søndag den 24. april 2016

24 Nisan 1915: Mutlak jenosid - ROJAN HAZIM



 

Osmanlı-Ittihat Terakki yönetiminin, Ermenilere, Nesturi-Suryani-Kıldanilere karşı 20. yüzyılın başında, 1915'te uyguladığı jenosid, 101 yıl geçmesine karşın hala da Osmanlı varisi TC tarafından kabul edilmiyor. Kabul etmeme bir yana, zeytin yağı gibi su üstüne de çıkıyor ve yine amiyane tabirle yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali üste çıkmaya yeltenerek Ermenileri, Nesturi-Suryani-Kıldanileri esasen Türklere kıyım uygulamakla suçluyor TC devleti. Bir de işin kolay kurnazcılığına kaçarak zamanın katliamından Kürtleri de sorumlu görmeleri için sözü edilen halklara "tüyo" veriyor!..

Bu Osmanlı entrikası artık çok bayat... Bir de, TC'nin devlet olarak resmi politikaları bir yana; Türk halkının, Türk bilim dünyasının, üniversitelerin, sayıca azımsanmayacak yazarların, gazetecilerin hala da jenosid kavramını telaffuz etmeye yanaşmamaları, "karşılıklı katliam yapıldı" gibi sopanın ortasını tutucu bir tavırla dolaylı olarak TC'nin resmi devlet politikalarına arka çıkmaları hayret ettirici olmamalı artık!. Bu kaygı verici de olsa, "Türk ulusalcı" yaklaşımı geniş yelpazede ne yazık ki ağırlıkla devam ediyor...


Öyle anlaşılıyor ki, bu ciddi jenosid meselesine daha uzun bir süre teğet geçmeyi esas politika olarak belirleyen TC devleti, Türk halkı ve okumuş yazmış zevatı iflah olmayacaklar ve bu akla ziyan inkarcılığa devam edecekler. Jenosid diyenler de bu tezlerinde ısrar edecekler ve etmelidirler. Bu tarihsel sorunun gündemleştirilmesi, illaki TC tarafından kabullenilene, şöyle kallavi bir özür dilenene dek sürecek ve sürmelidir. TC bütün organ ve mekanizmalarıyla, Türk halkı tüm katmanlarıyla bu suçu kabul edecekler ve jenosid uygulanan halklardan özür dileyecekler. Bu kazanım elde edilene kadar mücadele etmelidir halklar, humanist ve demokratik çevreler...

Tabii bir de, Êzidi Kürtler var bu jenosid kaleminde. Değinilmeyen önemli bir detay. Oysa Van, Hakkari, Siirt, Botan, Mardin bölgelerinde Êzidilere karşı da aynı katliamcı ve tehcirci uygulamalar yapıldı. Ermeni, Nesturi-Suryani-Kıldaniler gibi hristiyan halklara karşı tam bir islam-cihatçı kıyım uygulanırken müslüman olmayan Êzidi Kürtleri de bu katlima çemberine aldılar. Elbette Ermenilere, Nesturi-Suryani-Kıldanilere karşı "islam savaşı" propagandası ile kattırılan bir takım işbirlikçi gerici Kürtler, müslüman olmayan Êzidi Kürt soydaşlarına karşı da suç işlediler. Van ve Hakkari bölgelerindeki binlerce Êzidi kıyıma uğratıldı, sağ kalabilenlerin bir bölümü Kafkasya bölgesine doğru göç ettirildiler...

Sonuç itibariyle 1915 Jenosidi, TC'nin bu inkarcı politikaları nedeniyle daha uzun bir süre halkların gündeminde olacak ve olmalıdır. 101 yıl geçti, TC devleti ve Türk halkı "Soykırım yok" güfteli kendi bozuk plaklarını ısrarla dinlettiriyorlar. Haklı olanlar, 1915 toplu kırımının tam ve mutlak bir jenosid olduğunu hız kesmeden dile getirmelidirler. TC devleti, Türk halkı, bu gerçeği kabullenecek ve özür dileyeceklerdir, bunun başkaca yolu da yoktur ve er veya geç bu gerçekleşecektir. Bu tarihsel gerçeğin kabülünden daha fazla kaçamayacaklardır. Lakin zaman alacaktır kuşkusuz ve o nedenle yakın ve orta vadede bunun olma ihtimali de ne yazık ki zor görünüyor. Ne ki, herşeye karşın mücadeleye devam edilmelidir.

Jenosidin 101. yılında, yine jenosidin 90. yılı münasebetiyle 24 Nisan 2005'te yazdığım ve www.xweza.com sitesinde yayınlanan "Ermeniler ve 90 yılın dokusu olarak acı" başlıklı yazımı jenosidin ve jenosid kurbanlarının hatırlanması, anılması inancıyla tekraren yayınlıyorum.



Ermeniler ve 90 yılın dokusu olarak acı - ROJAN HAZIM

Ermeniler 90 yıldır acı çekiyorlar. Duyarsızlık böyle giderse bir doksan yıl daha da çekecekler. Aslında bu acıyı kuşaktan kuşağa aktararak sürekli hissedecekler. Ermenilerin 24 Nisan 2005’te andıkları jenosidin 90. yılının ana dokusunu bu acı oluşturuyor. Bu derin acının yaratıcıları, Osmanlının tarihsel ve politik mirasçısı TC, 90 yıldır ısrarla ve bilinçle küllendirilen bu ”acı”yı yine aynı acımasızlıkla yok varsaymayı sürdürüyor. Oysa bugünün, yirmibirinci yüzyılın başlarının sosyopolitik ve sosyokültürel koşulları artık ”deve kuşu” politikasına geçit vermiyor. Dünyanın ahlaklı ve vicdanlı yüzü, ”1915 Ermeni soykırımı”nın gerçek olduğunu biliyor ve bunu yüksek sesle dile getiriyor. Üstelik dünyanın bu ahlaklı ve vicdanlı sesi, bu gerçekliği dile getiriken hiçbir politik getiri-götürü hesabını da yapmıyor. 1915’te Ermeni halkının trajik kıyımını olanca çıplaklığı ve gerçekliği ile ortaya koyuyor ve yine ahlaklı ve vicdanlı davranılmasını, bu trajedinin kabul edilerek ”mağdur halk”tan özür dilenmesini istiyor. Bundan daha ”insani” bir çığlık olabilir mi? Bu haykırış karşısında hala illede „üste çıkmak adına“ „resmi arşiv“ belgeleri ile uğraşanlar, sadece savaşta ölen Türklerin, gerçekliği kuşkulu, „ölüm çetelesi“ni „tarihsel belge“ olarak sunmaya ve bu „edepsizlik“ten „milli yarar“ elde etmeye çalışıyorlar. Ermeni soykırımının 90. yılında ne acı ki, Türkiye’de resmi hatta gayrıresmi merkez ve çevrelerin yaptığı budur; tarihsel körlük, gerçeklerden kaçmak ve aslında kendi „zalim tarihleri ile“ aynılaşma çabası içinde olmaktır.


Ölüm listeleri

Diaspora alanlarına dağılan bugünkü Ermenilerin büyükleri, 1915’te acımasız Osmanlı-Türk Ittihat Terakki yönetiminin uyguladığı jenoside kurban gittiler, yok edildiler. O tarihsel trajediyi kuşaktan kuşağa aktararak canlı tutmaya çalışan yeni nesil Ermenilerin bugün çektiği, aslında 1915 acısından daha az değildir. Yeni nesil Ermeniler, hak ve adalet arıyorlar. Bu haklı talep, TC’nin bilumum organlarınca ”karşı atakla” bastırılmaya çalışılıyor. Ermeniler, katledilmiş büyüklerinin ”ölüm listeleri”ni ortaya sürmezken, TC’nin, ”neye yarayacaksa”, ”Ermeni katliamına uğrayan Türkler” listeleriyle karşılaşıyorlar. TC’nin bu ”suçluluk psikozu” ile yeni ortaya sürdüğü listelerden biri de ”Devlet Arşivleri Müdürlüğü”nce 17 Nisan’da [2005] gazetelerde yayınlandı. Bu ”kurum”un başındaki şahısta bir ”akademik-er”, ya da ”akademi-ker”!. Geleneksel Türk militarizminin yarattığı „kışla akademisyenleri“nin nasıl cansiperane „bilimsel“ faaliyet içinde olduklarının „ibret verici“ bir belgesi! Bu çarpık mantığın doğal sonucu şu; „Ermeniler, Türklere uyguladıkları 1915 jenosidini kabul etsin“! Bu ne pişkinlik! TC’nin bu manipulatif „belge karartma“ atakları, gerçekte „suçluluk hissiyatı“dır! „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün yayınladığı „ölüm listesi“nde sadece 1915-1916 arasında Van ve Bitlis’te Ermenilerce öldürülen Türklerin sayısı 275.914!. Van için verilen ölü sayı 209.326. Bitlis için ise 66.588 rakamı veriliyor. Kürdistan’ın diğer şehirlerini saymıyoruz zaten. 1915’te Van’da Türk nüfusu 209.000’di demek için işte „militarist zihniyetli Türk akademik-eri“ olunmalı!. O önemde, beş bin dolayında ve geniş Van Gölü havzasında dağınık yaşayan, kendilerine „Öz Vanlı“ diyen, sünni Azeriler dışında, Van’da Türk yok. Olan nüfusun tümü Ermeni ve Kürt. Bitlis’te Azeri zaten yok, ama Türk’te yok. O zaman TC’nin „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün yayınladığı bu belgeyi doğru rayına oturtmak gerekirse, sonuç şudur; Van’da 200.000, Bitlis’te de 66.000 Ermeni ve Kürt, dönemin Osmanlı-Türk rejimince katledilmiştir. Kürdistan’ın dışındaki bölgelerle birlikte tam bir soykırıma uğratılan Ermeni nüfus yaklaşık bir buçuk milyondur. Bu rakam, Osmanlı-Türk idaresinin yirminci yüzyılın başında, I. Dünya savaşı şartlarında Ermeni halkının kendi kaderini belirleme hakkını kullanmak istemesi karşısında, Ittihat Teraki’nin ırkçı Turanist yönetiminin başlattığı „hem yerinde, hem de tehcirli soykırım“ eyleminin sonucudur. Ve bu trajik sonuç, hem Türk, hem de dünya arşivlerinde mevcuttur. Yani „Osmanlı-Türk idaresi“nin, Turanist Ittihat Terakki’nin 1915’te Ermenilere uyguladığı „jenosid“ belgelidir.


Ahlaki yaklaşım

Yirminci yüzyılın başında Ermeniler, ortalarında Yahudiler, sonlara doğru da Kürtler „Jenosid“çi rejimlerin mağdurları oldu. 1915 Ermeni katliamında, Osmanlı-Türk idaresi korkunç bir planlama ile Ermenileri yerlerinden yurtlarında söküp attı, çoğunu yerinde infaz etti, kalanını da „tehcir“ ile yollarda katletti. Dönemin Osmanlı-Türk rejimi, Türkçü Ittihatçılar, geleneksel Osmanlı „böl-yönet“ politikalarının daha vahşi versiyonuyla, „müslüman – hristiyan“ eksenli kirli bir planı Kürdistan’da yaşama geçirdiler. Sayıca az da olsa „işbirlikçi Kürt“leri „gavura karşı islam cihadı“ kışkırtması ve „müslüman kardeşliği“ gibi provakativ propaganda ile bir kısım Kürtleri „paramiliter“ güç şeklinde örgütlediler ve bizzat Türk subay ve ajanlarının yönlendiriciliğinde, Ermenilere, Nesturilere karşı saldırttılar. Osmanlı-Türk ordu gücünün başlattığı „tehcirli soykırım“ harekatına „menfaat karşılığı“ ve daha çok da „islam“ faktörü kullanılarak çekilen bu sayıca az Kürt işbirlikçi paramiliter güç de, başta Ermeniler olmak üzere Nesturilere karşı da suç işlediler. Öldürme, yağma ve talana bulaştılar. Bunun yanında çoğunluk Kürt nüfus, Ermenilere, Nesturilere kucak açtılar, korudular, yardımcı oldular, anne ve babaları öldürülen yüzlerce Ermeni ve Nesturi çocuğu sahiplendiler, evlat edindiler. Bugün Kürdistan’da annesi Ermeni ya da Nesturî-Kildani-Suryani olan yüzlerce Kürt var. Yine Kürtlerin yanlarına alarak kıyımdan korudukları yüzlerce Ermeni aile süreç içinde Kürtlerle kaynaştı. Ayrıca politik ve islam kaynaklı dini baskıların yanısıra, bir de korunma endişesiyle birçok Ermeni aile „çare“ olarak müslümanlığı seçti! Halen Botan bölgesinde „musulmênî“ olarak adlandırılan çokça Ermeni kökenli aile var. Başta Van olmak üzere, Kürdistan’ın birçok ilinde Ermeniliği açıkça yaşayamayan aileler var. Bu ailelerin korunması, Kürtlerin destek ve yardımı ile oldu. Tabi herşeye karşın, bu çoğunluk Kürtlerin korumacı, yardımcı tutumu, bir gerçeği değiştirmiyor. 1915 Ermeni, hatta genel hristiyan katliamında, „yönlendirme“ ile de olsa, sayıca çok az bedbaht ve işbirlikçi Kürtlerin de payı var. Osmanlı-Türk idaresi, o dönemde başlattığı „anti-Ermeni“ soykırım harekatında, bir kısım işbirlikçi Kürt’ü kullanmış olmasına karşın, sonradan kılıcın ucunu Kürtlere de çevirdi ve sonrası dönem tam bir „anti Kürt“ sürecine dönüştü.

Osmanlı-Türk Ittihat Terakki yönetimi, I. Dünya Savaşı sürecinde, kendi kirli, insanlık dışı soykırımcı politikalarının pratiğinde, Ermenileri ve Kürtleri bir ölçüde birbirine kırdırtmakta istedi. Bunu arzuladığı ölçüde başaramayınca, Kürtlerden paramiliter işbirlikçiler [Süvari Alayları] yaratarak Ermeni katliamına Kürt elini de bulaştırmak istedi ve bir ölçüde de emeline ulaştı. Ermenileri bölgeden yokedercesine söküp atan Osmanlı-Türk Terakki yönetimi, sonradan aynı „yoketme“ politikalarını Kürtlerin başından eksik etmedi ve bu „yoketmeci“ gelenek ve pratik,TC ile birlikte hala da sürüyor.

Ermenilerin, o dönemin birinci derece de mağdur halkı olarak,Türklerden, TC’den, bu ”soykırımı” kabullenmelerini istemesi haklıdır, adildir ve insanidir. Bunun karşısında haklı, adil ve insani olan tutum da, Türklerin, Türkiye’nin bu tarihsel gerçeği kabullenmesidir. Türklerin, Türkiye’nin, Ermeni halkına karşı „özür“ borçları vardır. Yirminci yüzyılın soykırım mağduru halklarından olan Yahudiler, ikinci dünya savaşı döneminde, Nazi saldırılarında altı milyon kurban verdiler. Sayı olarak bakıldığında tarihteki en büyük soykırımdır. Almanlar savaş sonrası süreçte, Hitler rejiminin işlediği suç karşısında Yahudilerden ve diğer mağdur halk ve devletlerden özür dilediler. Yirminci yüzyılın jenosid mağduru halklarından Kürtler ise, hala jenosidçilerden özür duymadılar, aksine „yok saymacılık“ Kürtlerin başında demoklesin kılıcı gibi sallandırılıyor. Ama Kürtlerin de, Osmanlı – Türk Ittihat Terakki yönetiminin planlayıp uyguladığı 1915 Ermeni ve genel hristiyan katliamına, az sayıda da olsa, bulaştırılan işbirlikçi Kürtlerden dolayı, Ermeni ve Kildani-Suryani halklarına karşı „özür“ borçları vardır.

Kürtler yirmibirinci yüzyıla bir parçada da olsa „şanslı“ başladılar. Bugün „Güney Kürdistan“, Saddam sonrası şekillenen yeni Irak içinde, federal bir cumhuriyet olarak devletleşti. Keza Kuzey, Doğu ve Güneybatı parçalarında da özgürlük savaşımı sürüyor. Güney Kürdistan’daki devletleşmeye karşın, Kürtlerin genel mağduriyeti de sürüyor. Haksızlık, soykırım ve barbarlık görmüş ve halen de yaşayan Kürtlerin, komşu halkları olan Ermeni, Kildani-Suryani halklarından, yirminci yüzyılın başında, Osmanlı-Türk yönetiminin kışkırtması ile de olsa, bir ucuyla bulaştırıldıkları „1915 katliamı“ndan dolayı, tarihsel bir özür dileme ile örnek bir insani ve ahlaki tavır sergilemeleri, komşu Ermeni ve Kildani-Suryani halkları ve dünya insanlığının vicdanında sevgi tohumları ekecek, halkların barış içinde yanyana yaşamalarına katkı yapacaktır. Yeni kuşak Kürtlerin, kendi günah ve veballeri sayılmasa da, kendi soylarından bir grup Osmanlı-Türk işbirlikçisinin insanlık suçunu, açıkça mahküm etmeleri ve olanlardan dolayı Ermeni, Kildani-Suryani halklarıdan özür dilemeleri gerekir.

Bu ahlaki ve vicdani tutum, hiçbir politik kaygı, hesap güdülmeden, temiz ve yüreklice sergilenmelidir ve ola ki bu Türklere de örnek olur!

Ermenilerin, Kildani-Suryani halkların acısını paylaşmak, insanlık borcudur ve bu insani ve ahlaki davranış, onların acılarını az da olsa dindirecek, kardeşliğin ve barışın yeniden ve daha sağlam olarak yeşermesine kesinlikle güç verecektir.


ROJAN HAZIM

24 Nisan 2005