Osmanlı-Ittihat Terakki yönetiminin, Ermenilere,
Nesturi-Suryani-Kıldanilere karşı 20. yüzyılın başında, 1915'te uyguladığı
jenosid, 101 yıl geçmesine karşın hala da Osmanlı varisi TC tarafından kabul
edilmiyor. Kabul etmeme bir yana, zeytin yağı gibi su üstüne de çıkıyor ve yine
amiyane tabirle yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali üste çıkmaya
yeltenerek Ermenileri, Nesturi-Suryani-Kıldanileri esasen Türklere kıyım
uygulamakla suçluyor TC devleti. Bir de işin kolay kurnazcılığına kaçarak zamanın
katliamından Kürtleri de sorumlu görmeleri için sözü edilen halklara "tüyo"
veriyor!..
Bu Osmanlı entrikası artık çok bayat... Bir
de, TC'nin devlet olarak resmi politikaları bir yana; Türk halkının, Türk bilim
dünyasının, üniversitelerin, sayıca azımsanmayacak yazarların, gazetecilerin
hala da jenosid kavramını telaffuz etmeye yanaşmamaları, "karşılıklı
katliam yapıldı" gibi sopanın ortasını tutucu bir tavırla dolaylı olarak
TC'nin resmi devlet politikalarına arka çıkmaları hayret ettirici olmamalı
artık!. Bu kaygı verici de olsa, "Türk ulusalcı" yaklaşımı geniş yelpazede
ne yazık ki ağırlıkla devam ediyor...
Öyle anlaşılıyor ki, bu ciddi jenosid
meselesine daha uzun bir süre teğet geçmeyi esas politika olarak belirleyen TC
devleti, Türk halkı ve okumuş yazmış zevatı iflah olmayacaklar ve bu akla ziyan
inkarcılığa devam edecekler. Jenosid diyenler de bu tezlerinde ısrar edecekler
ve etmelidirler. Bu tarihsel sorunun gündemleştirilmesi, illaki TC tarafından
kabullenilene, şöyle kallavi bir özür dilenene dek sürecek ve sürmelidir. TC
bütün organ ve mekanizmalarıyla, Türk halkı tüm katmanlarıyla bu suçu kabul
edecekler ve jenosid uygulanan halklardan özür dileyecekler. Bu kazanım elde
edilene kadar mücadele etmelidir halklar, humanist ve demokratik çevreler...
Tabii bir de, Êzidi Kürtler var bu jenosid
kaleminde. Değinilmeyen önemli bir detay. Oysa Van, Hakkari, Siirt, Botan,
Mardin bölgelerinde Êzidilere karşı da aynı katliamcı ve tehcirci uygulamalar
yapıldı. Ermeni, Nesturi-Suryani-Kıldaniler gibi hristiyan halklara karşı tam
bir islam-cihatçı kıyım uygulanırken müslüman olmayan Êzidi Kürtleri de bu
katlima çemberine aldılar. Elbette Ermenilere, Nesturi-Suryani-Kıldanilere karşı
"islam savaşı" propagandası ile kattırılan bir takım işbirlikçi
gerici Kürtler, müslüman olmayan Êzidi Kürt soydaşlarına karşı da suç
işlediler. Van ve Hakkari bölgelerindeki binlerce Êzidi kıyıma uğratıldı, sağ
kalabilenlerin bir bölümü Kafkasya bölgesine doğru göç ettirildiler...
Sonuç itibariyle 1915 Jenosidi, TC'nin bu
inkarcı politikaları nedeniyle daha uzun bir süre halkların gündeminde olacak
ve olmalıdır. 101 yıl geçti, TC devleti ve Türk halkı "Soykırım yok"
güfteli kendi bozuk plaklarını ısrarla dinlettiriyorlar. Haklı olanlar, 1915
toplu kırımının tam ve mutlak bir jenosid olduğunu hız kesmeden dile
getirmelidirler. TC devleti, Türk halkı, bu gerçeği kabullenecek ve özür
dileyeceklerdir, bunun başkaca yolu da yoktur ve er veya geç bu gerçekleşecektir.
Bu tarihsel gerçeğin kabülünden daha fazla kaçamayacaklardır. Lakin zaman alacaktır
kuşkusuz ve o nedenle yakın ve orta vadede bunun olma ihtimali de ne yazık ki
zor görünüyor. Ne ki, herşeye karşın mücadeleye devam edilmelidir.
Jenosidin
101. yılında, yine jenosidin 90. yılı münasebetiyle 24 Nisan 2005'te yazdığım
ve www.xweza.com sitesinde yayınlanan "Ermeniler
ve 90 yılın dokusu olarak acı" başlıklı yazımı jenosidin ve jenosid
kurbanlarının hatırlanması, anılması inancıyla tekraren yayınlıyorum.
Ermeniler
90 yıldır acı çekiyorlar. Duyarsızlık böyle giderse bir doksan yıl daha da
çekecekler. Aslında bu acıyı kuşaktan kuşağa aktararak sürekli hissedecekler.
Ermenilerin 24 Nisan 2005’te andıkları jenosidin 90. yılının ana dokusunu bu
acı oluşturuyor. Bu derin acının yaratıcıları, Osmanlının tarihsel ve politik
mirasçısı TC, 90 yıldır ısrarla ve bilinçle küllendirilen bu ”acı”yı yine aynı
acımasızlıkla yok varsaymayı sürdürüyor. Oysa bugünün, yirmibirinci yüzyılın
başlarının sosyopolitik ve sosyokültürel koşulları artık ”deve kuşu”
politikasına geçit vermiyor. Dünyanın ahlaklı ve vicdanlı yüzü, ”1915 Ermeni
soykırımı”nın gerçek olduğunu biliyor ve bunu yüksek sesle dile getiriyor.
Üstelik dünyanın bu ahlaklı ve vicdanlı sesi, bu gerçekliği dile getiriken
hiçbir politik getiri-götürü hesabını da yapmıyor. 1915’te Ermeni halkının
trajik kıyımını olanca çıplaklığı ve gerçekliği ile ortaya koyuyor ve yine
ahlaklı ve vicdanlı davranılmasını, bu trajedinin kabul edilerek ”mağdur
halk”tan özür dilenmesini istiyor. Bundan daha ”insani” bir çığlık olabilir mi?
Bu haykırış karşısında hala illede „üste çıkmak adına“ „resmi arşiv“ belgeleri
ile uğraşanlar, sadece savaşta ölen Türklerin, gerçekliği kuşkulu, „ölüm
çetelesi“ni „tarihsel belge“ olarak sunmaya ve bu „edepsizlik“ten „milli yarar“
elde etmeye çalışıyorlar. Ermeni soykırımının 90. yılında ne acı ki, Türkiye’de
resmi hatta gayrıresmi merkez ve çevrelerin yaptığı budur; tarihsel körlük,
gerçeklerden kaçmak ve aslında kendi „zalim tarihleri ile“ aynılaşma çabası
içinde olmaktır.
Ölüm listeleri
Diaspora
alanlarına dağılan bugünkü Ermenilerin büyükleri, 1915’te acımasız Osmanlı-Türk
Ittihat Terakki yönetiminin uyguladığı jenoside kurban gittiler, yok edildiler.
O tarihsel trajediyi kuşaktan kuşağa aktararak canlı tutmaya çalışan yeni nesil
Ermenilerin bugün çektiği, aslında 1915 acısından daha az değildir. Yeni nesil
Ermeniler, hak ve adalet arıyorlar. Bu haklı talep, TC’nin bilumum organlarınca
”karşı atakla” bastırılmaya çalışılıyor. Ermeniler, katledilmiş büyüklerinin
”ölüm listeleri”ni ortaya sürmezken, TC’nin, ”neye yarayacaksa”, ”Ermeni
katliamına uğrayan Türkler” listeleriyle karşılaşıyorlar. TC’nin bu ”suçluluk
psikozu” ile yeni ortaya sürdüğü listelerden biri de ”Devlet Arşivleri
Müdürlüğü”nce 17 Nisan’da [2005] gazetelerde yayınlandı. Bu ”kurum”un başındaki
şahısta bir ”akademik-er”, ya da ”akademi-ker”!. Geleneksel Türk militarizminin
yarattığı „kışla akademisyenleri“nin nasıl cansiperane „bilimsel“ faaliyet
içinde olduklarının „ibret verici“ bir belgesi! Bu çarpık mantığın doğal sonucu
şu; „Ermeniler, Türklere uyguladıkları 1915 jenosidini kabul etsin“! Bu ne
pişkinlik! TC’nin bu manipulatif „belge karartma“ atakları, gerçekte „suçluluk
hissiyatı“dır! „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün yayınladığı „ölüm listesi“nde
sadece 1915-1916 arasında Van ve Bitlis’te Ermenilerce öldürülen Türklerin
sayısı 275.914!. Van için verilen ölü sayı 209.326. Bitlis için ise 66.588
rakamı veriliyor. Kürdistan’ın diğer şehirlerini saymıyoruz zaten. 1915’te
Van’da Türk nüfusu 209.000’di demek için işte „militarist zihniyetli Türk
akademik-eri“ olunmalı!. O önemde, beş bin dolayında ve geniş Van Gölü
havzasında dağınık yaşayan, kendilerine „Öz Vanlı“ diyen, sünni Azeriler
dışında, Van’da Türk yok. Olan nüfusun tümü Ermeni ve Kürt. Bitlis’te Azeri
zaten yok, ama Türk’te yok. O zaman TC’nin „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün
yayınladığı bu belgeyi doğru rayına oturtmak gerekirse, sonuç şudur; Van’da
200.000, Bitlis’te de 66.000 Ermeni ve Kürt, dönemin Osmanlı-Türk rejimince
katledilmiştir. Kürdistan’ın dışındaki bölgelerle birlikte tam bir soykırıma
uğratılan Ermeni nüfus yaklaşık bir buçuk milyondur. Bu rakam, Osmanlı-Türk
idaresinin yirminci yüzyılın başında, I. Dünya savaşı şartlarında Ermeni
halkının kendi kaderini belirleme hakkını kullanmak istemesi karşısında,
Ittihat Teraki’nin ırkçı Turanist yönetiminin başlattığı „hem yerinde, hem de
tehcirli soykırım“ eyleminin sonucudur. Ve bu trajik sonuç, hem Türk, hem de
dünya arşivlerinde mevcuttur. Yani „Osmanlı-Türk idaresi“nin, Turanist Ittihat Terakki’nin
1915’te Ermenilere uyguladığı „jenosid“ belgelidir.
Ahlaki yaklaşım
Yirminci
yüzyılın başında Ermeniler, ortalarında Yahudiler, sonlara doğru da Kürtler
„Jenosid“çi rejimlerin mağdurları oldu. 1915 Ermeni katliamında, Osmanlı-Türk
idaresi korkunç bir planlama ile Ermenileri yerlerinden yurtlarında söküp attı,
çoğunu yerinde infaz etti, kalanını da „tehcir“ ile yollarda katletti. Dönemin
Osmanlı-Türk rejimi, Türkçü Ittihatçılar, geleneksel Osmanlı „böl-yönet“
politikalarının daha vahşi versiyonuyla, „müslüman – hristiyan“ eksenli kirli
bir planı Kürdistan’da yaşama geçirdiler. Sayıca az da olsa „işbirlikçi
Kürt“leri „gavura karşı islam cihadı“ kışkırtması ve „müslüman kardeşliği“ gibi
provakativ propaganda ile bir kısım Kürtleri „paramiliter“ güç şeklinde
örgütlediler ve bizzat Türk subay ve ajanlarının yönlendiriciliğinde,
Ermenilere, Nesturilere karşı saldırttılar. Osmanlı-Türk ordu gücünün
başlattığı „tehcirli soykırım“ harekatına „menfaat karşılığı“ ve daha çok da
„islam“ faktörü kullanılarak çekilen bu sayıca az Kürt işbirlikçi paramiliter
güç de, başta Ermeniler olmak üzere Nesturilere karşı da suç işlediler.
Öldürme, yağma ve talana bulaştılar. Bunun yanında çoğunluk Kürt nüfus,
Ermenilere, Nesturilere kucak açtılar, korudular, yardımcı oldular, anne ve
babaları öldürülen yüzlerce Ermeni ve Nesturi çocuğu sahiplendiler, evlat
edindiler. Bugün Kürdistan’da annesi Ermeni ya da Nesturî-Kildani-Suryani olan
yüzlerce Kürt var. Yine Kürtlerin yanlarına alarak kıyımdan korudukları
yüzlerce Ermeni aile süreç içinde Kürtlerle kaynaştı. Ayrıca politik ve islam
kaynaklı dini baskıların yanısıra, bir de korunma endişesiyle birçok Ermeni
aile „çare“ olarak müslümanlığı seçti! Halen Botan bölgesinde „musulmênî“
olarak adlandırılan çokça Ermeni kökenli aile var. Başta Van olmak üzere,
Kürdistan’ın birçok ilinde Ermeniliği açıkça yaşayamayan aileler var. Bu
ailelerin korunması, Kürtlerin destek ve yardımı ile oldu. Tabi herşeye karşın,
bu çoğunluk Kürtlerin korumacı, yardımcı tutumu, bir gerçeği değiştirmiyor.
1915 Ermeni, hatta genel hristiyan katliamında, „yönlendirme“ ile de olsa,
sayıca çok az bedbaht ve işbirlikçi Kürtlerin de payı var. Osmanlı-Türk
idaresi, o dönemde başlattığı „anti-Ermeni“ soykırım harekatında, bir kısım
işbirlikçi Kürt’ü kullanmış olmasına karşın, sonradan kılıcın ucunu Kürtlere de
çevirdi ve sonrası dönem tam bir „anti Kürt“ sürecine dönüştü.
Osmanlı-Türk
Ittihat Terakki yönetimi, I. Dünya Savaşı sürecinde, kendi kirli, insanlık dışı
soykırımcı politikalarının pratiğinde, Ermenileri ve Kürtleri bir ölçüde
birbirine kırdırtmakta istedi. Bunu arzuladığı ölçüde başaramayınca, Kürtlerden
paramiliter işbirlikçiler [Süvari Alayları] yaratarak Ermeni katliamına Kürt
elini de bulaştırmak istedi ve bir ölçüde de emeline ulaştı. Ermenileri bölgeden
yokedercesine söküp atan Osmanlı-Türk Terakki yönetimi, sonradan aynı „yoketme“
politikalarını Kürtlerin başından eksik etmedi ve bu „yoketmeci“ gelenek ve
pratik,TC ile birlikte hala da sürüyor.
Ermenilerin,
o dönemin birinci derece de mağdur halkı olarak,Türklerden, TC’den, bu
”soykırımı” kabullenmelerini istemesi haklıdır, adildir ve insanidir. Bunun
karşısında haklı, adil ve insani olan tutum da, Türklerin, Türkiye’nin bu
tarihsel gerçeği kabullenmesidir. Türklerin, Türkiye’nin, Ermeni halkına karşı
„özür“ borçları vardır. Yirminci yüzyılın soykırım mağduru halklarından olan
Yahudiler, ikinci dünya savaşı döneminde, Nazi saldırılarında altı milyon
kurban verdiler. Sayı olarak bakıldığında tarihteki en büyük soykırımdır.
Almanlar savaş sonrası süreçte, Hitler rejiminin işlediği suç karşısında
Yahudilerden ve diğer mağdur halk ve devletlerden özür dilediler. Yirminci
yüzyılın jenosid mağduru halklarından Kürtler ise, hala jenosidçilerden özür
duymadılar, aksine „yok saymacılık“ Kürtlerin başında demoklesin kılıcı gibi
sallandırılıyor. Ama Kürtlerin de, Osmanlı – Türk Ittihat Terakki yönetiminin
planlayıp uyguladığı 1915 Ermeni ve genel hristiyan katliamına, az sayıda da
olsa, bulaştırılan işbirlikçi Kürtlerden dolayı, Ermeni ve Kildani-Suryani
halklarına karşı „özür“ borçları vardır.
Kürtler
yirmibirinci yüzyıla bir parçada da olsa „şanslı“ başladılar. Bugün „Güney
Kürdistan“, Saddam sonrası şekillenen yeni Irak içinde, federal bir cumhuriyet
olarak devletleşti. Keza Kuzey, Doğu ve Güneybatı parçalarında da özgürlük
savaşımı sürüyor. Güney Kürdistan’daki devletleşmeye karşın, Kürtlerin genel
mağduriyeti de sürüyor. Haksızlık, soykırım ve barbarlık görmüş ve halen de
yaşayan Kürtlerin, komşu halkları olan Ermeni, Kildani-Suryani halklarından,
yirminci yüzyılın başında, Osmanlı-Türk yönetiminin kışkırtması ile de olsa,
bir ucuyla bulaştırıldıkları „1915 katliamı“ndan dolayı, tarihsel bir özür
dileme ile örnek bir insani ve ahlaki tavır sergilemeleri, komşu Ermeni ve
Kildani-Suryani halkları ve dünya insanlığının vicdanında sevgi tohumları
ekecek, halkların barış içinde yanyana yaşamalarına katkı yapacaktır. Yeni
kuşak Kürtlerin, kendi günah ve veballeri sayılmasa da, kendi soylarından bir
grup Osmanlı-Türk işbirlikçisinin insanlık suçunu, açıkça mahküm etmeleri ve
olanlardan dolayı Ermeni, Kildani-Suryani halklarıdan özür dilemeleri gerekir.
Bu
ahlaki ve vicdani tutum, hiçbir politik kaygı, hesap güdülmeden, temiz ve
yüreklice sergilenmelidir ve ola ki bu Türklere de örnek olur!
Ermenilerin,
Kildani-Suryani halkların acısını paylaşmak, insanlık borcudur ve bu insani ve
ahlaki davranış, onların acılarını az da olsa dindirecek, kardeşliğin ve
barışın yeniden ve daha sağlam olarak yeşermesine kesinlikle güç verecektir.
ROJAN HAZIM