Sömürgeci TC devleti yıllardır sivil ve
askeri cephelerde ve bütün araçlarla sürdürdüğü Kürt ulusunu total yoketme
politikalarında iflas etti. Kürt ulusu bu yılları alan süreçte düşe kalka da
olsa sınırlı konvansiyonel araç ve olanaklarla direndi, kesintili de olsa
tarihsel başkaldırılar gerçekleştirdi. 15 Ağustos 1984 silahlı direnişi ile
artık depara kalkarcasına çetin bir anti sömürgeci savaşım başlatan Kürt ulusu,
bu kez direnişini kesintisizleştirdi. TC devleti, özellikle silahlı gerilla
savaşımını Kürdistan sathına yayarak cepheyi genişleten Kürt ulusal hareketi
karşısında kendi güç ve olanaklarıyla baş edemez duruma gelince, devreye başta
ABD olmak üzere bazı müttefik Nato devletlerinin gizli açık desteğine başvurdu
ve bunu sınırlı da olsa elde etti. Meşru savunma kapsamı içinde silahlı
direnişi örgütleyen Kürt politik organizasyonu olarak PKK, özellikle 90’lı
yılların sonundan itibaren TC ile müttefiklik ilişkileri içinde dayanışan ABD
ve diğer Nato devletleri tarafından ”terörist örgüt” muamelesi gördü ve nihayet
Şubat 1999’da PKK lideri ABD ve Nato güçlerinin organize bir operasyonuyla
TC’ye teslim edildi. Bu operasyon silahlı Kürt ulusal direnişinde yeni bir
aşama yarattı. Kuzey Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımına öncülük eden örgüt
olarak PKK, liderinin tutsak edilmesiyle beraber ortaya çıkan yeni konjonktüre
göre, TC adına Kürdistanı işgal eden TSK’ye karşı verdiği haklı ve meşru
silahlı savaşımı, aktiv saldırı pozisyonundan aktiv savunma pozisyonuna
çekerek, TC ile muhtemel bir ”diyalog” ortamının oluşmasına fırsat vermek
istedi. Ne var ki, TC ve TSK, 99 Ağustosundan 2004 Haziranına kadar Kürt
tarafın yarattığı bu nispi ”çatışmasızlık ortamı”nı, tek taraflı saldırılarla
sürdürdü. Bir bütün olarak TC devletinin yönetim birimleri ve işgal ve imha gücü
olarak TSK, PKK’nin bu ”geri çekilme” politikasını, ”terörün ezilmesi” olarak
algıladı ve o ”rehavet” ile Kürt ulusal kurtuluş hareketini sivil alanda da
kuşatmaya başladı. Ancak, Kürt ulusal kurtuluş hareketi, gerek 1999, gerekse
2002 seçimlerinde, Kürdistan’ın önemli stratejik kentlerinde yerel yönetimleri
alarak, savaşımın herşeye karşın legal planda da etkili bir şekilde sürdüğünü
gösterdi. Kürt ulusal hareketinin özgücüyle yarattığı bu yeni durum, özellikle
Avrupa Birliği sürecine pozitiv olarak yansıdı ve AB TC’ye Kürt ulusal ve
demokratik hakları ölçüsünde kapıyı aralamaya başladı. Ne ki, TC’nin sivil
yönetimi TSK’nin geleneksel barikatını aşma cesareti gösteremediği için, en
başta Kürt ulusal kurtuluş hareketinin etkin gücü ve kuşkusuz AB’nin basınç ve
yönlendirmesiyle, Kürt dili, müziği ve sınırlı basılı yayını ile ilgili atılan
kimi ”göreceli ileri adımlar” pratikte işlemez hale geldi. AB’nin kendi
kriterleri çerçevesinde geliştirmeye çalıştığı AB ve TC ilişkileri, en başta
TSK tarafından bloke edilmeye başlandı. Bu süreçte AB’nin özellikle Kürtleri
ilgilendiren politikalarına karşı TC’nin sivil yönetimi insiyatifi iyice elden
kaçırdı ve TSK öncü güç misyonuyla hem Türkiye, hem de uluslararası alanda tüm
toplum kesimlerince tepki alan ”terör” kavramını öne çıkararak, Kürt ulusal
kurtuluş savaşımını ”bölücü terörist hareket” olarak lanse etmeye ve ”terör”
odaklı maniplasyonla geniş bir ”anti Kürt” cephe yaratmaya başladı. TSK,
özellikle bu yılın başlarından itibaren, bugüne kadar mesafeli durduğu, hatta
”iç düşman” gördüğü Türk sosyalist, sol ve demokrat çevreleri, sivil toplum
örgütlerini ”teröre karşı insani bir tavır alma” propagandası ile etki alanına
almaya başladı ve bu politikasında büyük ölçüde başarılı oldu. TSK’nin bu
oyununa karşı Kürt halkının yanında saf tutan az sayıda Türk sosyalist,
demokrat ve aydınları da ”teröre arka çıkmak” ile suçlandı ve TSK’nin özel
timlerine açık hadef haline getirildiler.
Bugün itibariyle, TC devleti adına ve
öncü güç misyonuyla hem sivil, hem de askeri alanda Kürt ulusal kurtuluş
savaşımını boğmaya çalışan TSK, Kürdistandaki askeri operasyonlarını dağ bayır
yakarak devam ettiriyor, köy ve kent yaşamını baskı altına alarak, halkı
sindirmeye çalışıyor. Kürt halkı adına meşru savunma direnişi gösteren Kürdistan
silahlı kuvvetlerine karşı kimyasal bomba kullanarak uluslararası anlaşmaları
çiğniyor. Askeri alanda bu yoketme operasyonlarını sürdüren TSK, sivil alanda
da tüm ”Türk toplum kesimleri”ni ”terör” heyulasıyla Kürtlere karşı
ayaklandırmaya çalışıyor. TSK, Kürt halkının ulusal ve demokratik hakları için
savaşım veren Kürt politik güçlerini ”terörist” olarak göstermekte ısrar
ediyor. TC devletinin sivil yönetimi de TSK’nin koyduğu bu şablonun dışına
çıkmıyor. TC devletinin sivil yönetimi olarak bugünkü hükümetin birçok çevrede
heyecan uyandıran ”Kürt sorunu” kavramının, yıllar önce yine sivil
yöneticilerce ”Kürt realitesi” olarak dile getirilenden görece ”ileri” olduğu
varsayılsa bile, ardından yüksek sesle söylenen ”tek bayrak, tek ulus ve tek
devlet” nakaratının, o heyecan uyandıran ”ileri” kavramları nası sıfırladığını
gösteriyor. TSK’nin formülasyonu ve yönlendirmesiyle Kürt halkının görece
ulusal dayanışması da dinamitlenmek isteniyor. Kürdistan ulusal kurtuluş
savaşımını sivil alanda olduğu gibi, silahlı savunma ile de yürüten PKK ısrarla
”terör hareketi” olarak yalıtılmaya çalışılıyor. TSK’nin dizaynıyla
geliştirilen yeni bir konsept ile, Türk sol, liberal ve demokrat çevreleri de
artık Kürtlerin güya PKK terörüne karşı tavır alması isteniyor. Kürt halkının
kendi hakları içine savaşım veren ulusal örgütüne başkaldırmasını isteyecek
kadar ”naivleşen” bu çevrelerin asıl TSK’nin işgalciliğine, yoketmeci
operasyonlarına ve TSK eliyle yapılan devlet terörüne karşı bayrak açmaları
gerekir. TC devleti ve öncü gücü olarak TSK’nin Kürdistan ve Kürt ulus sorununa
yaklaşımı bugünkü ileri dünya koşullarına karşın geleneksel imhacılık ve
yoketmecilikten öteye gitmiyor.
Oysa dünyada uygar devletler, asgari
tanımlamayla ”etnik toplum” öncüleriyle görüşürken, Türkiye bundan kaçınıp sorunu askeri yöntemle
çözmeye çalışıyor ve 30 milyonluk bir ulusun temel haklarını savunan hareketi
”terörist” görüyor.
Ne isteniyor?
TC’nin sömürgeci devlet politikalarının
Kürt halkı karşısındaki pozisyonu özce bu olduğuna göre, Kürt ulusal güçlerinin
de pozisyonu kısa, orta ve uzun vadeyi kapsayacak şekilde berrak olmalıdır.
TC’nin toplumsal kesimler bakımından sağ, konservativ ve faşizan güçlerinin
geleneksel tavrı biliniyor. Bu çevreler Kürtleri bir kaşık suda boğacak
hazırlıktalar. Liberal, sol ve demokrat çevrelerin yaklaşımı da yine
gelenekselleşen ”et ve tırnak” edebiyatıyla sınırlı kalıyor. Bu çevrelerin
”Kürt hakları” açısından son analizde geldikleri en ileri aşama ”dil ve kültür
serbestliği”dir. Tüm Tük toplum kesimleri bakımından ortaya çıkan ortak payda
ise ”Misak-ı Milli”nin, tek resmi dilin, yani Türkçe’nin, tek ulusal bayrak’ın
yani Türk bayrağının, dokunulmazlığıdır. Bu Türk hakimiyetli ”Türkiyecilik”
yaklaşımının Kürt halkını ”Boşnak”, ”Gürcü”, ”Laz”, ”Çerkez” ve ”Arnavut” gibi
”Türk vatandaşları” düzeyine indirgediği görmezlikten geliniyor, çünkü aslında
gizli açık tüm Türk toplum kesimlerince arzulanan sonuç budur. Onun içindir ki,
TSK ve azılı anti Kürt çevrelerin dışında kalan Türk sol, liberal ve demokrat
çevrelerince de, Kürdistan coğrafyası, ulusal anlamda homojen Kürt etnik tavrı
ve bunları ifade eden Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğu benimsenmiyor. Bu anlamda
Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğu ”Kürt dil ve kültür hakları” kalıbına çekilmek
ve Kürt halkından, kendi varlık nedeni olan değerlerden uzaklaşması isteniyor.
TC ve TSK’nin Kürdistan işgaline karşı topyekün ulusal kurtuluş savaşımı veren
Kürt ulus örgütlülüğü bertaraf edilmeye çalışılıyor. Bu anlayışla Kürt
halkından, şimdilik en etkin ve de silahlı olduğu için PKK, daha sonra da diğer
Kürt ulusal örgütlerini dışlaması talep ediliyor. TSK’nin ideologluğunda
geliştirilen bu tutumla, daha spesifik olarak, ”iç demokrasinizi yaratın, PKK
gibi silahlı terör örgütlerine prim vermeyin, PKK zaten sizi temsil etmiyor”
deniyor Kürt halkına. Ve sonuçta Kürt halkına, ”bizim kabul edeceğimiz ve
önereceğimiz kalıp içinde, oturun oturduğunuz yerde” deniliyor.
Ne yapılmalı?
Hiç kuşkusuz, TSK öncülüğünde
geliştirilen bu yeni konsept total olarak reddedilmelidir. Sömürgeci TC
devletine ve onun işgalci, imhacı öncü gücü olarak TSK’ye karşı Kürdistan
ulusal kurtuluş savaşımı her alanda yükseltilmeli ve sürdürülmelidir.
Programatik olarak TC devletine karşı net ve berrak olunmalıdır. TC sivil
yönetimi, TSK, faşist, sağ, muhafazakar, sol, liberal ve demokrat tüm Türk
toplum kesimlerine gayet açıklıkla hitap edilmelidir. Kürdistan ulusal kurtuluş
savaşımının karakterini, kapsam ve doğrultusunu ifade eden kavramların
kullanılmasında tutarlılık gösterilmelidir. Buna göre TC Kürdistan’ı işgal ve
ilhak ederek sömürgeleştirmiştir. Kürt halkının savaşımı, sömürgeci
boyunduruğun kırılması, Türk işgal ve ilhakına son verilmesidir. Kürdistan ulusal
kurtuluşçu güçler, nihai amaç olarak bağımsız Kürdistanı kurmak istiyorlar, ama
konjonkturel çözüm formülleri olarak otonomi, federasyon ve konfederasyon gibi,
savaşım güç ve dengelerinin belirleyeceği çözüm modellerini de dışlamıyorlar.
Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımı bu amacına varmak için her türlü savaşım
yöntem ve araçlarını kullanır ve bu Kürt halkının meşru savunma hakkıdır. En
başta PKK, Kürdistan silahlı kuvvetleri olarak gerilla gücü ve diğer Kürt
sosyopolitik, sosyokültürel ve sosyoekonomik örgütlerinin, bugün Kürt halkı
adına verdikleri savaşım haklıdır. Spesifik olarak PKK hedeflendiği için gayet
açıklıkla, PKK’nin terörist bir hareket olmadığı, genel Kürdistan ulusal
kurtuluş savaşımının parçası ve verili koşullarda en büyük ve örgütlü gücü
olduğu vurgulanmalıdır. Gerilla gücü Kürdistan silahlı kuvvetleridir ve Kürt
halkı adına meşru savunma savaşımı veriyor. Irili ufaklı tüm Kürt örgütleri,
Kürt halkının temsilcileridir. Kitlesel örgütlülük, etkinlik, silahlı güç ve
genel ulusal yönlendirme kapasitesiyle ve mevcut koşul ve olanaklar içinde,
PKK, Kürt halk temsiliyetinin başında yer alıyor, yani temsil gücüne sahiptir.
Israrla ve öncelikle ve tabi asıl amacı PKKyi dışlamak olan, ”Kürtler
demokratikleşin” diyen Türk yazar, çizer, gazeteci, demokrat ve sivil toplum
öncülerine, TC devletinin, Türk toplumunun gerçek manada demokratikleşmesi,
Kürt halkının haklı taleplerine pozitiv yanıt verilmesi için etkin savaşım
vermeleri önemle tavsiye edilmelidir.
Kürtler içte ne yapmalı?
Kürdistan iç politik arenasının negativ
yüzü en başta, polarize ve bir ölçüde de atomize olmasının yanında, monolitik
bir yapı arzetmesidir. Bu paradoksal durum Kürt politik dünyasının demokratik
balans ayarını bozuyor. O nedenle Kürt politik dünyası iç demokratik dengelerini
kurmakta zorlanıyor ve tabi bu bir açmaz ve handikap olarak pratiğe yansıyor.
Kürt politik dünyasının elementleri, TC ve TSK’nin çok yönlü ama özellikle
psikolojik alanda geliştirilen sindirmeci ve dağıtmacı saldırılarını bir ölçüde
kolaylaştıran, bu ulusal yelpazedeki dağınıklığı görmek ve dolayısiyle de
gidermek istemiyor. Kürdistan politik alanında, ulusal dayanışmayı sabote eden
bir kamplaşma giderek derinleştiriliyor. PKK ve anti PKK ekseni yaratılarak
politik savaşım demokratik rekabet ölçülerinin dışına taşırılıyor. Kürdistan
politik güçleri, demokratik çoğulculuk ve demokratik rekabet normlarıyla ulusal
politika yapmak yerine, karşıtlıklarını dış politika alanına çekerek, TC
devleti ve TSK’nin anti Kürt politika ve pratiklerinin yaşam bulmasını kolaylaştırıyorlar.
Bu Kürt ulusal kurtuluş savaşımının başarısı bakımından son derece tehlikeli
sonuçlar yaratacak „Kürt politik kapışması“na son verilmeli, bunun yerine
demokratik ulusal dayanışma konsepti geliştirilmelidir. Buna göre; Kürt
sosyopolitik, sosyokültürel, sosyoekonomik örgütleri ve diğer zinde ulusal
güçler, Kürt yazar, çizer, gazeteci, sanatçı ve düşünürleri, çoğulcu demokratik
politik dengeyi koruyan ve demokratik politik rekabet koşullarını sağlayan, ama
öte yandan bu ulusal gücü TC’ye karşı bir ulusal çepere dönüştürecek sağlam bir
ulusal dayanışmanın kurulması yönünde çok aktiv ve somut bir çaba içine
girmelidir. Topyekün Kürt ulusal hareketini oluşturan tüm organ ve kurumlar,
örgütler, kendi içinde, demokratik normları maksimum derecede kullanmalı, iç
demokrasiyi işletmeli, kurumlaştırmalı ve gerek tekil, gerekse kolektiv Kürt
insan gücünü demokratik bir mekanizma içinde değerlendirmelidir. Kürt
örgütleri, yetişmiş insanını örgüt içi iktidar savaşımında harcamamalı,
demokrasi kriterlerine uygun olarak farklı düşüncelerin yaşam bulmasının tüm
şartlarını oluşturmalıdır. Bir yönüyle demokrasi savaşımı da veren Kürt politik
dünyasının figürleri, öncelikle kendi içlerinde azami demokrasiyi kurmalı ve
işletmelidir.
Sonuç olarak; Kürdistan ulusal kurtuluş
savaşımını boğmaya çalışan TC devleti ve TSK’ye karşı ulusal demokratik
savaşımın kolektiv irade ve başarısı için ivedilikle bir „Ulusal Danışma
Şurası“ kurulmalıdır. Kürdistan ulusal dayanışmasını yaratmanın pratik bir
adımı olarak bu şura, ulusal politikaların oluşturulmasında önemli bir tavsiye
organı olarak pozitiv işlev görecek şekilde organize edilmelidir. Tüm
Kürdistanlı örgütsel güçlerin kitlesel etkinlik ve örgütlülük kapasitesi
oranlaması ile ve Kürt yazar, çizer, gazeteci, sanatçı ve düşünürün de temsil
edilebileceği „Ulusal Danışma Şurası“, TC ve TSK’nin geliştirmek istediği yeni
anti Kürt konseptin dağıtılmasında Kürt politik öncülerine sağlam bir ulusal
perspektiv ve güç verecektir.
Kürt ulusal dayanışmasının sağlanması
için özveri ve sorumlulukla davranılması gerektiğine inanıyoruz.
ROJAN HAZIM
14 Ağustos 2005