søndag den 14. august 2005

Memorandum - ROJAN HAZIM



Sömürgeci TC devleti yıllardır sivil ve askeri cephelerde ve bütün araçlarla sürdürdüğü Kürt ulusunu total yoketme politikalarında iflas etti. Kürt ulusu bu yılları alan süreçte düşe kalka da olsa sınırlı konvansiyonel araç ve olanaklarla direndi, kesintili de olsa tarihsel başkaldırılar gerçekleştirdi. 15 Ağustos 1984 silahlı direnişi ile artık depara kalkarcasına çetin bir anti sömürgeci savaşım başlatan Kürt ulusu, bu kez direnişini kesintisizleştirdi. TC devleti, özellikle silahlı gerilla savaşımını Kürdistan sathına yayarak cepheyi genişleten Kürt ulusal hareketi karşısında kendi güç ve olanaklarıyla baş edemez duruma gelince, devreye başta ABD olmak üzere bazı müttefik Nato devletlerinin gizli açık desteğine başvurdu ve bunu sınırlı da olsa elde etti. Meşru savunma kapsamı içinde silahlı direnişi örgütleyen Kürt politik organizasyonu olarak PKK, özellikle 90’lı yılların sonundan itibaren TC ile müttefiklik ilişkileri içinde dayanışan ABD ve diğer Nato devletleri tarafından ”terörist örgüt” muamelesi gördü ve nihayet Şubat 1999’da PKK lideri ABD ve Nato güçlerinin organize bir operasyonuyla TC’ye teslim edildi. Bu operasyon silahlı Kürt ulusal direnişinde yeni bir aşama yarattı. Kuzey Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımına öncülük eden örgüt olarak PKK, liderinin tutsak edilmesiyle beraber ortaya çıkan yeni konjonktüre göre, TC adına Kürdistanı işgal eden TSK’ye karşı verdiği haklı ve meşru silahlı savaşımı, aktiv saldırı pozisyonundan aktiv savunma pozisyonuna çekerek, TC ile muhtemel bir ”diyalog” ortamının oluşmasına fırsat vermek istedi. Ne var ki, TC ve TSK, 99 Ağustosundan 2004 Haziranına kadar Kürt tarafın yarattığı bu nispi ”çatışmasızlık ortamı”nı, tek taraflı saldırılarla sürdürdü. Bir bütün olarak TC devletinin yönetim birimleri ve işgal ve imha gücü olarak TSK, PKK’nin bu ”geri çekilme” politikasını, ”terörün ezilmesi” olarak algıladı ve o ”rehavet” ile Kürt ulusal kurtuluş hareketini sivil alanda da kuşatmaya başladı. Ancak, Kürt ulusal kurtuluş hareketi, gerek 1999, gerekse 2002 seçimlerinde, Kürdistan’ın önemli stratejik kentlerinde yerel yönetimleri alarak, savaşımın herşeye karşın legal planda da etkili bir şekilde sürdüğünü gösterdi. Kürt ulusal hareketinin özgücüyle yarattığı bu yeni durum, özellikle Avrupa Birliği sürecine pozitiv olarak yansıdı ve AB TC’ye Kürt ulusal ve demokratik hakları ölçüsünde kapıyı aralamaya başladı. Ne ki, TC’nin sivil yönetimi TSK’nin geleneksel barikatını aşma cesareti gösteremediği için, en başta Kürt ulusal kurtuluş hareketinin etkin gücü ve kuşkusuz AB’nin basınç ve yönlendirmesiyle, Kürt dili, müziği ve sınırlı basılı yayını ile ilgili atılan kimi ”göreceli ileri adımlar” pratikte işlemez hale geldi. AB’nin kendi kriterleri çerçevesinde geliştirmeye çalıştığı AB ve TC ilişkileri, en başta TSK tarafından bloke edilmeye başlandı. Bu süreçte AB’nin özellikle Kürtleri ilgilendiren politikalarına karşı TC’nin sivil yönetimi insiyatifi iyice elden kaçırdı ve TSK öncü güç misyonuyla hem Türkiye, hem de uluslararası alanda tüm toplum kesimlerince tepki alan ”terör” kavramını öne çıkararak, Kürt ulusal kurtuluş savaşımını ”bölücü terörist hareket” olarak lanse etmeye ve ”terör” odaklı maniplasyonla geniş bir ”anti Kürt” cephe yaratmaya başladı. TSK, özellikle bu yılın başlarından itibaren, bugüne kadar mesafeli durduğu, hatta ”iç düşman” gördüğü Türk sosyalist, sol ve demokrat çevreleri, sivil toplum örgütlerini ”teröre karşı insani bir tavır alma” propagandası ile etki alanına almaya başladı ve bu politikasında büyük ölçüde başarılı oldu. TSK’nin bu oyununa karşı Kürt halkının yanında saf tutan az sayıda Türk sosyalist, demokrat ve aydınları da ”teröre arka çıkmak” ile suçlandı ve TSK’nin özel timlerine açık hadef haline getirildiler.
Bugün itibariyle, TC devleti adına ve öncü güç misyonuyla hem sivil, hem de askeri alanda Kürt ulusal kurtuluş savaşımını boğmaya çalışan TSK, Kürdistandaki askeri operasyonlarını dağ bayır yakarak devam ettiriyor, köy ve kent yaşamını baskı altına alarak, halkı sindirmeye çalışıyor. Kürt halkı adına meşru savunma direnişi gösteren Kürdistan silahlı kuvvetlerine karşı kimyasal bomba kullanarak uluslararası anlaşmaları çiğniyor. Askeri alanda bu yoketme operasyonlarını sürdüren TSK, sivil alanda da tüm ”Türk toplum kesimleri”ni ”terör” heyulasıyla Kürtlere karşı ayaklandırmaya çalışıyor. TSK, Kürt halkının ulusal ve demokratik hakları için savaşım veren Kürt politik güçlerini ”terörist” olarak göstermekte ısrar ediyor. TC devletinin sivil yönetimi de TSK’nin koyduğu bu şablonun dışına çıkmıyor. TC devletinin sivil yönetimi olarak bugünkü hükümetin birçok çevrede heyecan uyandıran ”Kürt sorunu” kavramının, yıllar önce yine sivil yöneticilerce ”Kürt realitesi” olarak dile getirilenden görece ”ileri” olduğu varsayılsa bile, ardından yüksek sesle söylenen ”tek bayrak, tek ulus ve tek devlet” nakaratının, o heyecan uyandıran ”ileri” kavramları nası sıfırladığını gösteriyor. TSK’nin formülasyonu ve yönlendirmesiyle Kürt halkının görece ulusal dayanışması da dinamitlenmek isteniyor. Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımını sivil alanda olduğu gibi, silahlı savunma ile de yürüten PKK ısrarla ”terör hareketi” olarak yalıtılmaya çalışılıyor. TSK’nin dizaynıyla geliştirilen yeni bir konsept ile, Türk sol, liberal ve demokrat çevreleri de artık Kürtlerin güya PKK terörüne karşı tavır alması isteniyor. Kürt halkının kendi hakları içine savaşım veren ulusal örgütüne başkaldırmasını isteyecek kadar ”naivleşen” bu çevrelerin asıl TSK’nin işgalciliğine, yoketmeci operasyonlarına ve TSK eliyle yapılan devlet terörüne karşı bayrak açmaları gerekir. TC devleti ve öncü gücü olarak TSK’nin Kürdistan ve Kürt ulus sorununa yaklaşımı bugünkü ileri dünya koşullarına karşın geleneksel imhacılık ve yoketmecilikten öteye gitmiyor.
Oysa dünyada uygar devletler, asgari tanımlamayla ”etnik toplum” öncüleriyle görüşürken,  Türkiye bundan kaçınıp sorunu askeri yöntemle çözmeye çalışıyor ve 30 milyonluk bir ulusun temel haklarını savunan hareketi ”terörist” görüyor.

Ne isteniyor?
TC’nin sömürgeci devlet politikalarının Kürt halkı karşısındaki pozisyonu özce bu olduğuna göre, Kürt ulusal güçlerinin de pozisyonu kısa, orta ve uzun vadeyi kapsayacak şekilde berrak olmalıdır. TC’nin toplumsal kesimler bakımından sağ, konservativ ve faşizan güçlerinin geleneksel tavrı biliniyor. Bu çevreler Kürtleri bir kaşık suda boğacak hazırlıktalar. Liberal, sol ve demokrat çevrelerin yaklaşımı da yine gelenekselleşen ”et ve tırnak” edebiyatıyla sınırlı kalıyor. Bu çevrelerin ”Kürt hakları” açısından son analizde geldikleri en ileri aşama ”dil ve kültür serbestliği”dir. Tüm Tük toplum kesimleri bakımından ortaya çıkan ortak payda ise ”Misak-ı Milli”nin, tek resmi dilin, yani Türkçe’nin, tek ulusal bayrak’ın yani Türk bayrağının, dokunulmazlığıdır. Bu Türk hakimiyetli ”Türkiyecilik” yaklaşımının Kürt halkını ”Boşnak”, ”Gürcü”, ”Laz”, ”Çerkez” ve ”Arnavut” gibi ”Türk vatandaşları” düzeyine indirgediği görmezlikten geliniyor, çünkü aslında gizli açık tüm Türk toplum kesimlerince arzulanan sonuç budur. Onun içindir ki, TSK ve azılı anti Kürt çevrelerin dışında kalan Türk sol, liberal ve demokrat çevrelerince de, Kürdistan coğrafyası, ulusal anlamda homojen Kürt etnik tavrı ve bunları ifade eden Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğu benimsenmiyor. Bu anlamda Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğu ”Kürt dil ve kültür hakları” kalıbına çekilmek ve Kürt halkından, kendi varlık nedeni olan değerlerden uzaklaşması isteniyor. TC ve TSK’nin Kürdistan işgaline karşı topyekün ulusal kurtuluş savaşımı veren Kürt ulus örgütlülüğü bertaraf edilmeye çalışılıyor. Bu anlayışla Kürt halkından, şimdilik en etkin ve de silahlı olduğu için PKK, daha sonra da diğer Kürt ulusal örgütlerini dışlaması talep ediliyor. TSK’nin ideologluğunda geliştirilen bu tutumla, daha spesifik olarak, ”iç demokrasinizi yaratın, PKK gibi silahlı terör örgütlerine prim vermeyin, PKK zaten sizi temsil etmiyor” deniyor Kürt halkına. Ve sonuçta Kürt halkına, ”bizim kabul edeceğimiz ve önereceğimiz kalıp içinde, oturun oturduğunuz yerde” deniliyor.

Ne yapılmalı?
Hiç kuşkusuz, TSK öncülüğünde geliştirilen bu yeni konsept total olarak reddedilmelidir. Sömürgeci TC devletine ve onun işgalci, imhacı öncü gücü olarak TSK’ye karşı Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımı her alanda yükseltilmeli ve sürdürülmelidir. Programatik olarak TC devletine karşı net ve berrak olunmalıdır. TC sivil yönetimi, TSK, faşist, sağ, muhafazakar, sol, liberal ve demokrat tüm Türk toplum kesimlerine gayet açıklıkla hitap edilmelidir. Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımının karakterini, kapsam ve doğrultusunu ifade eden kavramların kullanılmasında tutarlılık gösterilmelidir. Buna göre TC Kürdistan’ı işgal ve ilhak ederek sömürgeleştirmiştir. Kürt halkının savaşımı, sömürgeci boyunduruğun kırılması, Türk işgal ve ilhakına son verilmesidir. Kürdistan ulusal kurtuluşçu güçler, nihai amaç olarak bağımsız Kürdistanı kurmak istiyorlar, ama konjonkturel çözüm formülleri olarak otonomi, federasyon ve konfederasyon gibi, savaşım güç ve dengelerinin belirleyeceği çözüm modellerini de dışlamıyorlar. Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımı bu amacına varmak için her türlü savaşım yöntem ve araçlarını kullanır ve bu Kürt halkının meşru savunma hakkıdır. En başta PKK, Kürdistan silahlı kuvvetleri olarak gerilla gücü ve diğer Kürt sosyopolitik, sosyokültürel ve sosyoekonomik örgütlerinin, bugün Kürt halkı adına verdikleri savaşım haklıdır. Spesifik olarak PKK hedeflendiği için gayet açıklıkla, PKK’nin terörist bir hareket olmadığı, genel Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımının parçası ve verili koşullarda en büyük ve örgütlü gücü olduğu vurgulanmalıdır. Gerilla gücü Kürdistan silahlı kuvvetleridir ve Kürt halkı adına meşru savunma savaşımı veriyor. Irili ufaklı tüm Kürt örgütleri, Kürt halkının temsilcileridir. Kitlesel örgütlülük, etkinlik, silahlı güç ve genel ulusal yönlendirme kapasitesiyle ve mevcut koşul ve olanaklar içinde, PKK, Kürt halk temsiliyetinin başında yer alıyor, yani temsil gücüne sahiptir. Israrla ve öncelikle ve tabi asıl amacı PKKyi dışlamak olan, ”Kürtler demokratikleşin” diyen Türk yazar, çizer, gazeteci, demokrat ve sivil toplum öncülerine, TC devletinin, Türk toplumunun gerçek manada demokratikleşmesi, Kürt halkının haklı taleplerine pozitiv yanıt verilmesi için etkin savaşım vermeleri önemle tavsiye edilmelidir.

Kürtler içte ne yapmalı?
Kürdistan iç politik arenasının negativ yüzü en başta, polarize ve bir ölçüde de atomize olmasının yanında, monolitik bir yapı arzetmesidir. Bu paradoksal durum Kürt politik dünyasının demokratik balans ayarını bozuyor. O nedenle Kürt politik dünyası iç demokratik dengelerini kurmakta zorlanıyor ve tabi bu bir açmaz ve handikap olarak pratiğe yansıyor. Kürt politik dünyasının elementleri, TC ve TSK’nin çok yönlü ama özellikle psikolojik alanda geliştirilen sindirmeci ve dağıtmacı saldırılarını bir ölçüde kolaylaştıran, bu ulusal yelpazedeki dağınıklığı görmek ve dolayısiyle de gidermek istemiyor. Kürdistan politik alanında, ulusal dayanışmayı sabote eden bir kamplaşma giderek derinleştiriliyor. PKK ve anti PKK ekseni yaratılarak politik savaşım demokratik rekabet ölçülerinin dışına taşırılıyor. Kürdistan politik güçleri, demokratik çoğulculuk ve demokratik rekabet normlarıyla ulusal politika yapmak yerine, karşıtlıklarını dış politika alanına çekerek, TC devleti ve TSK’nin anti Kürt politika ve pratiklerinin yaşam bulmasını kolaylaştırıyorlar. Bu Kürt ulusal kurtuluş savaşımının başarısı bakımından son derece tehlikeli sonuçlar yaratacak „Kürt politik kapışması“na son verilmeli, bunun yerine demokratik ulusal dayanışma konsepti geliştirilmelidir. Buna göre; Kürt sosyopolitik, sosyokültürel, sosyoekonomik örgütleri ve diğer zinde ulusal güçler, Kürt yazar, çizer, gazeteci, sanatçı ve düşünürleri, çoğulcu demokratik politik dengeyi koruyan ve demokratik politik rekabet koşullarını sağlayan, ama öte yandan bu ulusal gücü TC’ye karşı bir ulusal çepere dönüştürecek sağlam bir ulusal dayanışmanın kurulması yönünde çok aktiv ve somut bir çaba içine girmelidir. Topyekün Kürt ulusal hareketini oluşturan tüm organ ve kurumlar, örgütler, kendi içinde, demokratik normları maksimum derecede kullanmalı, iç demokrasiyi işletmeli, kurumlaştırmalı ve gerek tekil, gerekse kolektiv Kürt insan gücünü demokratik bir mekanizma içinde değerlendirmelidir. Kürt örgütleri, yetişmiş insanını örgüt içi iktidar savaşımında harcamamalı, demokrasi kriterlerine uygun olarak farklı düşüncelerin yaşam bulmasının tüm şartlarını oluşturmalıdır. Bir yönüyle demokrasi savaşımı da veren Kürt politik dünyasının figürleri, öncelikle kendi içlerinde azami demokrasiyi kurmalı ve işletmelidir.
Sonuç olarak; Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımını boğmaya çalışan TC devleti ve TSK’ye karşı ulusal demokratik savaşımın kolektiv irade ve başarısı için ivedilikle bir „Ulusal Danışma Şurası“ kurulmalıdır. Kürdistan ulusal dayanışmasını yaratmanın pratik bir adımı olarak bu şura, ulusal politikaların oluşturulmasında önemli bir tavsiye organı olarak pozitiv işlev görecek şekilde organize edilmelidir. Tüm Kürdistanlı örgütsel güçlerin kitlesel etkinlik ve örgütlülük kapasitesi oranlaması ile ve Kürt yazar, çizer, gazeteci, sanatçı ve düşünürün de temsil edilebileceği „Ulusal Danışma Şurası“, TC ve TSK’nin geliştirmek istediği yeni anti Kürt konseptin dağıtılmasında Kürt politik öncülerine sağlam bir ulusal perspektiv ve güç verecektir.
Kürt ulusal dayanışmasının sağlanması için özveri ve sorumlulukla davranılması gerektiğine inanıyoruz.

ROJAN HAZIM
14 Ağustos 2005