Ermeniler 90 yıldır acı çekiyorlar.
Duyarsızlık böyle giderse bir doksan yıl daha da çekecekler. Aslında bu acıyı
kuşaktan kuşağa aktararak sürekli hissedecekler. Ermenilerin 24 Nisan 2005’te
andıkları jenosidin 90. yılının ana dokusunu bu acı oluşturuyor. Bu derin
acının yaratıcıları, Osmanlının tarihsel ve politik mirasçısı TC, 90 yıldır
ısrarla ve bilinçle küllendirilen bu ”acı”yı yine aynı acımasızlıkla yok
varsaymayı sürdürüyor. Oysa bugünün, yirmibirinci yüzyılın başlarının
sosyopolitik ve sosyokültürel koşulları artık ”deve kuşu” politikasına geçit
vermiyor. Dünyanın ahlaklı ve vicdanlı yüzü, ”1915 Ermeni soykırımı”nın gerçek
olduğunu biliyor ve bunu yüksek sesle dile getiriyor. Üstelik dünyanın bu
ahlaklı ve vicdanlı sesi, bu gerçekliği dile getiriken hiçbir politik
getiri-götürü hesabını da yapmıyor. 1915’te Ermeni halkının trajik kıyımını
olanca çıplaklığı ve gerçekliği ile ortaya koyuyor ve yine ahlaklı ve vicdanlı
davranılmasını, bu trajedinin kabul edilerek ”mağdur halk”tan özür dilenmesini
istiyor. Bundan daha ”insani” bir çığlık olabilir mi? Bu haykırış karşısında
hala illede „üste çıkmak adına“ „resmi arşiv“ belgeleri ile uğraşanlar, sadece
savaşta ölen Türklerin, gerçekliği kuşkulu, „ölüm çetelesi“ni „tarihsel belge“
olarak sunmaya ve bu „edepsizlik“ten „milli yarar“ elde etmeye çalışıyorlar.
Ermeni soykırımının 90. yılında ne acı ki, Türkiye’de resmi hatta gayrıresmi
merkez ve çevrelerin yaptığı budur; tarihsel körlük, gerçeklerden kaçmak ve
aslında kendi „zalim tarihleri ile“ aynılaşma çabası içinde olmaktır.
Ölüm listeleri
Diaspora alanlarına dağılan bugünkü
Ermenilerin büyükleri, 1915’te acımasız Osmanlı-Türk Ittihat Terakki
yönetiminin uyguladığı jenoside kurban gittiler, yok edildiler. O tarihsel
trajediyi kuşaktan kuşağa aktararak canlı tutmaya çalışan yeni nesil
Ermenilerin bugün çektiği, aslında 1915 acısından daha az değildir. Yeni nesil
Ermeniler, hak ve adalet arıyorlar. Bu haklı talep, TC’nin bilumum organlarınca
”karşı atakla” bastırılmaya çalışılıyor. Ermeniler, katledilmiş büyüklerinin
”ölüm listeleri”ni ortaya sürmezken, TC’nin, ”neye yarayacaksa”, ”Ermeni
katliamına uğrayan Türkler” listeleriyle karşılaşıyorlar. TC’nin bu ”suçluluk
psikozu” ile yeni ortaya sürdüğü listelerden biri de ”Devlet Arşivleri
Müdürlüğü”nce 17 Nisan’da [2005] gazetelerde yayınlandı. Bu ”kurum”un başındaki
şahısta bir ”akademik-er”, ya da ”akademi-ker”!. Geleneksel Türk militarizminin
yarattığı „kışla akademisyenleri“nin nasıl cansiperane „bilimsel“ faaliyet
içinde olduklarının „ibret verici“ bir belgesi! Bu çarpık mantığın doğal sonucu
şu; „Ermeniler, Türklere uyguladıkları 1915 jenosidini kabul etsin“! Bu ne
pişkinlik! TC’nin bu manipulatif „belge karartma“ atakları, gerçekte „suçluluk
hissiyatı“dır! „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün yayınladığı „ölüm listesi“nde
sadece 1915-1916 arasında Van ve Bitlis’te Ermenilerce öldürülen Türklerin
sayısı 275.914!. Van için verilen ölü sayı 209.326. Bitlis için ise 66.588
rakamı veriliyor. Kürdistan’ın diğer şehirlerini saymıyoruz zaten. 1915’te
Van’da Türk nüfusu 209.000’di demek için işte „militarist zihniyetli Türk
akademik-eri“ olunmalı!. O önemde, beş bin dolayında ve geniş Van Gölü
havzasında dağınık yaşayan, kendilerine „Öz Vanlı“ diyen, sünni Azeriler dışında,
Van’da Türk yok. Olan nüfusun tümü Ermeni ve Kürt. Bitlis’te Azeri zaten yok,
ama Türk’te yok. O zaman TC’nin „Devlet Arşivleri Müdürlüğü“nün yayınladığı bu
belgeyi doğru rayına oturtmak gerekirse, sonuç şudur; Van’da 200.000, Bitlis’te
de 66.000 Ermeni ve Kürt, dönemin Osmanlı-Türk rejimince katledilmiştir.
Kürdistan’ın dışındaki bölgelerle birlikte tam bir soykırıma uğratılan Ermeni
nüfus yaklaşık bir buçuk milyondur. Bu rakam, Osmanlı-Türk idaresinin yirminci
yüzyılın başında, I. Dünya savaşı şartlarında Ermeni halkının kendi kaderini
belirleme hakkını kullanmak istemesi karşısında, Ittihat Teraki’nin ırkçı
Turanist yönetiminin başlattığı „hem yerinde, hem de tehcirli soykırım“
eyleminin sonucudur. Ve bu trajik sonuç, hem Türk, hem de dünya arşivlerinde mevcuttur.
Yani „Osmanlı-Türk idaresi“nin, Turanist Ittihat Terakki’nin 1915’te Ermenilere
uyguladığı „jenosid“ belgelidir.
Ahlaki yaklaşım
Yirminci yüzyılın başında Ermeniler,
ortalarında Yahudiler, sonlara doğru da Kürtler „Jenosid“çi rejimlerin mağdurları
oldu. 1915 Ermeni katliamında, Osmanlı-Türk idaresi korkunç bir planlama ile
Ermenileri yerlerinden yurtlarında söküp attı, çoğunu yerinde infaz etti,
kalanını da „tehcir“ ile yollarda katletti. Dönemin Osmanlı-Türk rejimi, Türkçü
Ittihatçılar, geleneksel Osmanlı „böl-yönet“ politikalarının daha vahşi
versiyonuyla, „müslüman – hristiyan“ eksenli kirli bir planı Kürdistan’da
yaşama geçirdiler. Sayıca az da olsa „işbirlikçi Kürt“leri „gavura karşı islam
cihadı“ kışkırtması ve „müslüman kardeşliği“ gibi provakativ propaganda ile bir
kısım Kürtleri „paramiliter“ güç şeklinde örgütlediler ve bizzat Türk subay ve
ajanlarının yönlendiriciliğinde, Ermenilere, Nesturilere karşı saldırttılar.
Osmanlı-Türk ordu gücünün başlattığı „tehcirli soykırım“ harekatına „menfaat
karşılığı“ ve daha çok da „islam“ faktörü kullanılarak çekilen bu sayıca az
Kürt işbirlikçi paramiliter güç de, başta Ermeniler olmak üzere Nesturilere
karşı da suç işlediler. Öldürme, yağma ve talana bulaştılar. Bunun yanında
çoğunluk Kürt nüfus, Ermenilere, Nesturilere kucak açtılar, korudular, yardımcı
oldular, anne ve babaları öldürülen yüzlerce Ermeni ve Nesturi çocuğu
sahiplendiler, evlat edindiler. Bugün Kürdistan’da annesi Ermeni ya da
Nesturî-Kildani-Suryani olan yüzlerce Kürt var. Yine Kürtlerin yanlarına alarak
kıyımdan korudukları yüzlerce Ermeni aile süreç içinde Kürtlerle kaynaştı.
Ayrıca politik ve islam kaynaklı dini baskıların yanısıra, bir de korunma
endişesiyle birçok Ermeni aile „çare“ olarak müslümanlığı seçti! Halen Botan
bölgesinde „musulmênî“ olarak adlandırılan çokça Ermeni kökenli aile var. Başta
Van olmak üzere, Kürdistan’ın birçok ilinde Ermeniliği açıkça yaşayamayan
aileler var. Bu ailelerin korunması, Kürtlerin destek ve yardımı ile oldu. Tabi
herşeye karşın, bu çoğunluk Kürtlerin korumacı, yardımcı tutumu, bir gerçeği
değiştirmiyor. 1915 Ermeni, hatta genel hristiyan katliamında, „yönlendirme“
ile de olsa, sayıca çok az bedbaht ve işbirlikçi Kürtlerin de payı var.
Osmanlı-Türk idaresi, o dönemde başlattığı „anti-Ermeni“ soykırım harekatında,
bir kısım işbirlikçi Kürt’ü kullanmış olmasına karşın, sonradan kılıcın ucunu
Kürtlere de çevirdi ve sonrası dönem tam bir „anti Kürt“ sürecine dönüştü.
Osmanlı-Türk Ittihat Terakki yönetimi,
I. Dünya Savaşı sürecinde, kendi kirli, insanlık dışı soykırımcı
politikalarının pratiğinde, Ermenileri ve Kürtleri bir ölçüde birbirine
kırdırtmakta istedi. Bunu arzuladığı ölçüde başaramayınca, Kürtlerden
paramiliter işbirlikçiler [Süvari Alayları] yaratarak Ermeni katliamına Kürt
elini de bulaştırmak istedi ve bir ölçüde de emeline ulaştı. Ermenileri
bölgeden yokedercesine söküp atan Osmanlı-Türk Terakki yönetimi, sonradan aynı
„yoketme“ politikalarını Kürtlerin başından eksik etmedi ve bu „yoketmeci“
gelenek ve pratik,TC ile birlikte hala da sürüyor.
Ermenilerin, o dönemin birinci derece de
mağdur halkı olarak,Türklerden, TC’den, bu ”soykırımı” kabullenmelerini
istemesi haklıdır, adildir ve insanidir. Bunun karşısında haklı, adil ve insani
olan tutum da, Türklerin, Türkiye’nin bu tarihsel gerçeği kabullenmesidir.
Türklerin, Türkiye’nin, Ermeni halkına karşı „özür“ borçları vardır. Yirminci
yüzyılın soykırım mağduru halklarından olan Yahudiler, ikinci dünya savaşı
döneminde, Nazi saldırılarında altı milyon kurban verdiler. Sayı olarak
bakıldığında tarihteki en büyük soykırımdır. Almanlar savaş sonrası süreçte,
Hitler rejiminin işlediği suç karşısında Yahudilerden ve diğer mağdur halk ve
devletlerden özür dilediler. Yirminci yüzyılın jenosid mağduru halklarından
Kürtler ise, hala jenosidçilerden özür duymadılar, aksine „yok saymacılık“
Kürtlerin başında demoklesin kılıcı gibi sallandırılıyor. Ama Kürtlerin de,
Osmanlı – Türk Ittihat Terakki yönetiminin planlayıp uyguladığı 1915 Ermeni ve
genel hristiyan katliamına, az sayıda da olsa, bulaştırılan işbirlikçi
Kürtlerden dolayı, Ermeni ve Kildani-Suryani halklarına karşı „özür“ borçları
vardır.
Kürtler yirmibirinci yüzyıla bir parçada
da olsa „şanslı“ başladılar. Bugün „Güney Kürdistan“, Saddam sonrası şekillenen
yeni Irak içinde, federal bir cumhuriyet olarak devletleşti. Keza Kuzey, Doğu
ve Güneybatı parçalarında da özgürlük savaşımı sürüyor. Güney Kürdistan’daki
devletleşmeye karşın, Kürtlerin genel mağduriyeti de sürüyor. Haksızlık,
soykırım ve barbarlık görmüş ve halen de yaşayan Kürtlerin, komşu halkları olan
Ermeni, Kildani-Suryani halklarından, yirminci yüzyılın başında, Osmanlı-Türk
yönetiminin kışkırtması ile de olsa, bir ucuyla bulaştırıldıkları „1915
katliamı“ndan dolayı, tarihsel bir özür dileme ile örnek bir insani ve ahlaki
tavır sergilemeleri, komşu Ermeni ve Kildani-Suryani halkları ve dünya
insanlığının vicdanında sevgi tohumları ekecek, halkların barış içinde yanyana
yaşamalarına katkı yapacaktır. Yeni kuşak Kürtlerin, kendi günah ve veballeri
sayılmasa da, kendi soylarından bir grup Osmanlı-Türk işbirlikçisinin insanlık
suçunu, açıkça mahküm etmeleri ve olanlardan dolayı Ermeni, Kildani-Suryani
halklarıdan özür dilemeleri gerekir.
Bu ahlaki ve vicdani tutum, hiçbir
politik kaygı, hesap güdülmeden, temiz ve yüreklice sergilenmelidir ve ola ki
bu Türklere de örnek olur!
Ermenilerin, Kildani-Suryani halkların
acısını paylaşmak, insanlık borcudur ve bu insani ve ahlaki davranış, onların
acılarını az da olsa dindirecek, kardeşliğin ve barışın yeniden ve daha sağlam
olarak yeşermesine kesinlikle güç verecektir.
ROJAN HAZIM
24 Nisan 2005