Ortak ulusal değerler olarak şehitler
Kürdistan davası uğruna savaşım verenlerin ikinci adresi oldu hapishaneler. Her dönemde kısa veya uzun süre yatırıldı bu zindanlara Kürdistan davası savaşımcıları. Az ya da çok ama sistemli işkenceler yapıldı. Psikolojik yelpazeden çok ağır fiziki işkenceye kadar görülmedik duyulmadık zalimlikler uygulandı. Lakin direniş ateşi hep gür oldu. Gerçi gerek gözaltılarda, gerekse zindanlarda, bu toplam zulüm ve işkence yerlerinde direniş gösteremeyenler de oldu kuşkusuz. Ne ki, ağırlıklı sayı göreceli de olsa direngen bir tavır içinde oldu... Tam da burada bir saptama yapmak gerekir. Kimseyi yargılamıyoruz elbette direnmediği için. Ancak tarih şahittir ve toplum vicdanı direnenlerle direnmeyenleri adilce ayıklar ve kararını verir...
Yakın dönem olarak izah edebileceğimiz 70'li ve 80'li yıllarda çok az sayıdaki Şahin Dönmez-Yıldırım Merkitvarî teslimiyetçi ve yine sayısı kabarık olmayan dirençsizin dışında, büyük bir kararlılıkla direniş gösterildi. Diyarbakır Hapishanesi simgeleşti ama hemen tüm Kürdistan hapishanelerinde, keza başta Ankara olmak üzere birçok Türkiye hapishanesinde Kürdistan davası savaşımcıları yapılan zalimliğe boyun eğmedi, o zindanları birer savaşım alanına çevirdi. Yine bu direniş sürecine bağlı olarak mahkemelerde de Kürdistan davası cesur politik savunmalarla sahiplenildi ve böylece hukuki alanda da büyük bir direniş gösterildi... Bu direnişçilerden kimi yaşamını yitirdi, kimi yıllardır hala zindanlarda, kimi de zindanlık sürecini tamamlayarak dışarıda sağlam veya kısmen hasarlı yaşayarak savaşıma devam ediyorlar... Bu hasar bırakıcı işkence süreçleri sadece Kürdistan davasının direnişçilerini sarmadı aynı zamanda bir yönüyle de toplumsal travmaya da yol açtı. Ancak tüm bu engelli süreçlere rağmen hem zindanlar hem mahkemeler Kürdistan davası savaşımının aktif ve dinamik alanları haline getirildi direngen savaşımcılar tarafından. Ve bu direnişçi ruh toplumsal dayanışma ve ortak dirence de yol açtı...
Özcesi, birçok Kürdistan davası savaşımcısı canlarıyla ağır bedel ödedi bu işkencehanelerde ve şehit oldular...
Kürdistan davası şehitleri ulusun ortak değerleridir. Onlar ne sadece partilerinin ne de sadece ailelerinin şehitleridir. Bir ulusun şehitleridir. Unutulmamalıdır, Kürdistan aynı zamanda bir şehitler diyarıdır. Kürdistan şehitlerine bu gözle bakmak, onları bu anlayışla değerlendirmek gerekir. Kürdistan davası uğruna can veren şehitlerde ortaklaşmak bir ulus olma bilincini ifade eder. Kürdistan uluslaşma sürecinde, bu büyük milli şuura hala da varılabilmiş değil ne yazık ki. Örgütlerin, ailelerin şehitlerine sahip çıkmaları, anmaları anlaşılır bir durumdur lakin sadece onlara ait değil şehitler. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, bugünkü kazanımlarıyla devam ediyor ve büyük kurtuluşa doğru kararlılıkla sürüyorsa bunda Kürdistan şehitlerinin canı ve emeği var. Bu bakımdan, hangi politik eğilime sahip olursa olsun, bu direniş sembollerine hiçbir çıkar hesabı kitabı yapılmadan en büyük saygıyı dile getirmek, göstermek, sahiplenmek asgarisinden bir kadirşinaslık, vicdani ve ahlaki sorumluluktur.
Şehit edilen direnişçiler her zaman saygıyla anılmalı, yaşayan tüm işkencehane direnişçileri de layıkiyle saygı ve dayanışma görmelidir...
Katledilen ya da yapılan zulme en radikal tepkiyi göstererek yaşamlarına son veren direnişçilerden PKK'li Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ferhat Kurtay [Ferhat yakın dostumdu ve Trabzon'dan Ankara'ya her gelişinde, hemşehrisi olan ortak arkadaşımız Hüseyin Kaplan'la beraber görüşür sohbet ederdik], KAK'lı Necmettin Büyükkaya, Rizgari-Ala Rizgari davasından Remzi Aytürk, TKSP-Özgürlük Yolu davasından Yılmaz Demir ve daha niceleri ile birlikte, tanıdığım yaşayan direnişçilerden Mustafa Harputlu, Muzaffer Ayata, Mehdi Zana, Mustafa Karasu, İdris Güzel, Fuat Kav, Sabri Ok, Kemal Aktaş, Mustafa Sarıkaya, Nesimi Yaman ve daha niceleri de bu saygı ve dayanışmayı fazlasıyla hakediyorlar... Zaten Diyarbakır Hapishanesi ya da diğer hapishanelerde yaşanan vahşet bugün bizzat o zulmü yaşayanlarca yazılarak, onların kaleminden tarihe mal edilmiş ve bir edebiyat, bir hapishane ve işkence külliyatı oluşturulmuştur. Bu çabalar toplumsal hafızanın diri tutulması bakımından önemlidir ve devam etmesini teşvik etmek gerekir...
Bu kısa yazıda, hapishane direnişleri sürecinde aktif ve dinamik bir direniş pratiği sergileyen ve sonunda da canını veren bir Kürdistan devrimcisinden, Necmettin Büyükkaya'dan söz etmek istiyorum. Büyük Kürdistan davasıyla ilgili politik çözüm kapsamında düşünce ve örgütsel beraberliğimiz olmadı Necmettin ile. Farklı yelpaze ve kulvarlarda ama bir hedef uğruna, yani Kürdistan'ın kurtuluşu için mücadele ettik. Bu süreçte, 70'li ve 80'li yıllarda değişik mücadele alanlarında karşılaştık, görüştük, konuştuk, dayanıştık, dost olduk... 83 ve 84 hapishane direnişlerinde, Diyarbakır Hapishanesi'nde kararlı bir savaşım verdi, direndi ve bu uğurda can verdi. Onunla beraber birçok Kürdistan davası savaşımcısı öldürüldü, birçoğu ağır bir biçimde yaralandı, hasarlı hatta engelli kaldı...
Hapishane direnişlerinde şehit edilenlere, yaşayanlara en büyük saygıyla ve hepsinin izniyle, 40. yılında tüm şehit edilenler adına Necmettin Büyükkaya üzerine, o dönemlerin zorlu politik mücadele labirentlerinden geçen biri olarak kısaca ve anısal kapsamda yazmak istiyorum. Necmettin'den bahsederken şüphesiz ortamsal, çevresel değinmelerim olacak. Yani kimi anekdotlarla birlikte bir nevi çok kısa dönemsel anı anlatımı gibi...
Yazının sonunda da Necmettin ile ortak dostumuz YNK'li Şivan Saleyi ile yaptığım sohbeti, kısa bir yazı formatına çevirdim ve ekliyorum...
Necmettin Büyükkaya ile tanışma süreci
Birçok Kürt gibi ben de, çok erken yaşta politik dünyanın içinde oldum, o nedenle Necmettin'i 1969-70 dönemi DDKO'nun İstanbul başkanlığı ve genel olarak izlediğim DDKO sürecinden biliyordum. Ama ilk kez Necmettin ile 1975'te Ankara'da karşılaştım. Ferit Uzun bizi tanıştırdı ki yeni dönmüştü İsveç'ten.
[Ferit ve Necmettin Siverekli hemşehriydiler. Ferit ile de yine Siverekli Hukuk Fakültesi öğrencisi Süleyman Seyda'nın (Seydan) Ankara Aydınlıkevler Mahallesi'ne yakın Telsizler'deki evinde tanışmıştım. Yıllar sonra (2014) değerli dostum Siverekli Şeyhmus Karahan'la karşılaştığımızda (ki onunla da o yıllarda tanıştık, -Ankara'da Mimarlık Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği bölümünde okuyordu-), Süleyman Seyda'nın 2007 şubatında vefat ettiğini söyledi. O zamanlar, üniversite yaşamında sorun olan kiralık ev bulma konusunda bizimle dayanışmış, Telsizler'deki evini bize devretmişti Süleyman. Onu da sevgiyle anıyorum... Ferit ile o dönem ideolojik ve politik olarak farklı çizgilerdeydik. O Pro-Çin, biz ise Pro-Sovyet eksendeydik. Ankara DDKD içinde yeni şekillenen KAWA grubunun öncülerindendi Ferit. Bu farklı pozisyonlara karşın sıcak bir selamımız vardı. Ayrıca ikimizde aynı fakültedendik [AÜ ZF]. Ve zaten 71 tevkifatıyla Ankara DDKO davasından Diyarbakır Hapishanesi'nde yatarken 74 affıyla çıkmış ve yarım kalan fakülte hayatına geri dönmüştü. Ferit dargörüşlü değildi ve o dönemin sert ideolojik ve politik tartışma ve polemikleri içinde bile, bu farklı duruşları sosyal ilişkilere yansıtmıyordu. O da bir Kürdistan şehididir ve sevgiyle anıyorum...].
O dönem, biz bir grup Kürdistanlı üniversite öğrencisi Ankara'da DDKD'yi kurduk. [Bizim kurduğumuz DDKD, 15 Ocak 1976'da Ankara Kapalı Spor Salonu'ndaki büyük Kürt halk kültürel etkinliği olarak Hakkari Halk Gecesi'nden çok kısa bir süre sonra, tabii gecenin yarattığı büyük etkiyle, Ankara Valiliği ve Emniyeti tarafından kapatıldı, DGM'de yargılandı. Bu davadan, ben ve diğer birçok DDKD yöneticisi Ankara Ulucanlar Hapishanesi'nde sekiz ay kadar tutuklu kaldık... Sonradan PDK-T (T-DKP, bilahere KİP oldular) taraftarları DDKD adıyla Diyarbakır'da dernek kurdular (1977). Istanbul DDKD ile paralel bir çizgide politik çalışmalar içinde oldular ki zaten Istanbul DDKD ağırlıkla onların yönetimindeydi. Ondan itibaren o politik çizgi DDKD ile anıldı. Tabii İzmir DDKD de bir ara o paraleldeydi ne ki sonradan farklılaştı ve ayrı bir eğilim olarak (İz-DDKD) anıldı. Bu parantezi şunun için açtım; bizim kurduğumuz ilk Ankara DDKD ile sonradan bir politik akımın simgesi olan DDKD farklıdır. Detayları var ancak yeri bu yazı değil...].
12 Mart 1971 faşizmi sonrasıydı. 1974'de Bülent Ecevit CHP'si ile Necmettin Erbakan MSP'sinin koalisyon hükümeti baştaydı. "Genel Af" çıkarıldı ne var ki MSP'nin geri manevrasıyla kapsamı devrimcilerin (sosyalistlerin), Kürt yurtseverlerinin aleyhine daraltıldı. CHP'nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi "Genel Af" kapsamını genişletti ve böylelikle hapisteki DDKO'lu devrimci, yurtsever Kürtler de hapisten çıkmış oldu. Yeni oluşan görece demokratik ortamda, yurtdışına çıkan devrimci yurtseverlerde dönmüştü. Devrimci, demokratik faaliyetler yeniden boy vermişti Türkiye ve Kürdistan'da. O şartlarda biz Ankara Üniversitesi ve diğer Üniversite, Akademi ve Yüksek Okul'larda okuyan Kürdistanlı öğrenci gençler, bir DDKO geleneği olarak, DDKD'yi kurmuştuk. Tabii, Ankara DDKD'nin kuruluş sürecinde, sonradan Rizgari dergisini çıkaran öncü kadroların etkisi ağırlıktaydı. Daha hapisteyken bir planlamaları vardı ve onlarla irtibatlı olan İkram Delen ve arkadaşlarından gelmişti ilk insiyatif ve öneri...
Aralık 1974'de kurduğumuz DDKD'nin yeri Cebeci, Cemal Gürsel Bulvarı'nda (No: 47), AÜ SBF'nin karşısında üç katlı binanın üst katındaydı ve kuruluşu sıcak ilgiyle karşılanmış, etkili bir ses getirmişti. Başta üniversiteli, liseli, emekçi gençler olmak üzere her yaştan Kürtler derneğe geliyorlardı. Ankara'da yaşayan Kürtler kimi zaman ailece geliyor ve sevinçlerini paylaşıyorlardı. Kürdistan'dan gelen yurtsever Kürtler ilk fırsatta derneğe uğruyor, destek ve dayanışmalarını ifade ediyorlardı. Derneğimiz Ankara'da Kürtlerin gururla uğradıkları milli bir mekan haline gelmişti. O zaman diliminde biz üniversite öğrencilerini temelde biraraya getiren inanç ve ideal Kürtlük, Kürdistanlılık, Kürdistan'ın kurtuluşu yani toptan Kürdistan davasıydı. Tabii o zamanın konjonktüründe genel sol-sosyalist eğilim egemendi Kürt gençleri üzerinde.
O dönem geleneksel Kürt politik çizgisinin dışında, yelpazesi geniş ideolojik ve politik gruplar tüm renkleriyle şekillenmemişti henüz. 1975 itibariyle artık ideolojik gruplaşmalar başladı. Hayli geniş ve hararetli bir ideolojik ve politik tartışma vardı biz Kürt öğrencileri arasında. Dernek böylesi bir tartışma platformuna dönüşmüştü. Sosyalist dünyadaki kamplaşma, Sovyet-Çin ekseninde belirleyiciydi bu tartışmalarda. Aynı zamanda Kürt milliyetçiliği de ayrı bir tartışma konusuydu. Kara "6 Mart 1975 Cezayir Antlaşması" ile yenilgiye uğrayan "Güney Kürdistan Devrimi" ve sonrasında, "PDK-Irak " çizgisinden belirgin bir uzaklaşma başlamıştı. Genelde "Anti emperyalist", özelde "Anti Amerikan emperyalizmi" eksenindeki sol ve sosyalizm düşüncesi öğrenciler ve dernek üyeleri arasında güçlüydü. Sosyalist ve milliyetçi eğilim arasındaki tartışma giderek artıyordu. Saflar hızla ayrışıyordu. Bu tartışmalar içinde herkes safını belli ediyordu. "Tarafsızlık" kalmamıştı. Kürtler arasında Pro-Sovyet, Pro-Çin ve Milliyetçi çizgiler belirginleşmişti. O zamanki dünyanın "Soğuk Savaş" şartlarında Pro-Sovyet eğilimi daha önde, daha popüler ve daha güçlüydü, Pro-Çin [Maoculuk] hattı, ki onlar "Sovyetler Birliği"ni "Sosyal Emperyalist" olarak niteliyordu, diğer çizgilere nazaran daha zayıftı. "Ne Sovyet, Ne Çin" tandansı da vardı ama cılızdı. Milliyetçi çizgi ile "Ne Sovyet, Ne Çin" eğilimi bazı konularda yakın duruyorlardı. Bu çetin tartışmalarda, 12 Mart 1971 darbesinden sonra yurtdışına çıkan kadrolarla, 1974 affında hapisten çıkan kadrolar da taraf oluyor, kimi zaman öncü rol oynuyor ve yeni dönem kadrolarla politik gruplar kuruluyor, dergi, gazete gibi yayınlar çıkarılıyordu. 1975 bu tartışmaların en güçlü ve sert geçtiği yıldı. Ankara DDKD üzerindeki trafik artmıştı. Bahsettiğimiz kadrolar tümüyle, amiyane tabirle Ankara DDKD'ye çengel atmış, kendilerine bir çevre oluşturmaya çalışıyorlardı. O dönem grup faaliyeti içinde olan Abdullah Öcalan ve arkadaşları da yakından takip ediyorlardı DDKD'deki gelişmeleri. O evrede derneğin ilk başkanı İsmet Ateş'de DDKD'nin kuruluşundan üç ay sonra Öcalan'ın grubuna katılmıştı...
O süreçte Ankara DDKD, bünyesinde birçok Kürdistan şehir derneklerini de barındırdığı için çok önemseniyor ve bir merkez gibi görülüyordu. O nedenle ideolojik ve politik tartışma ve seminerlerin odağı halindeydi. Necmettin de Ankara DDKD üzerinde etkili olmaya, politik eğilimini güçlendirmeye çalışan kadrolar içindeydi. O dönem kendisinden sempatiyle Neco olarak söz edilirdi. Necmettin, Dr. Şivan [T-KDP / PDK-T] geleneğindendi ve bu eğilim için çabalıyordu ki sonradan KİP oldular. Necmettin hareketli bir insandı o nedenle faaliyetlerini daha çok İstanbul DDKD üzerinden yürütüyordu. Çünkü İstanbul DDKD'nin bazı etkin yöneticileri [Başkanı Mahmut Çıkman ve arkadaşları] o eğilime angaje olmuştu... O şartlarda karşılaştık Necmettin'le... Ancak politik yollarımız çok derin olmasa da [çünkü O da görece Pro-Sovyet kategorisinde politika yapan bir hareketin öncü kadrolarındandı], birbirinden uzaktı... O Dr. Şivan geleneği içinde mücadele ediyordu, biz de Pro-Sovyet hatta, Özgürlük Yolu dergisinin politik çizgisindeydik ki 1976'da [Ocak] Ankara DDKD'nin kapatılmasından sonra, 1977'de [Şubat] Ankara'da DHKD'yi kurduk ve ilk kurucu başkanıydım DHKD'nin.
Bir dava insanı olarak Necmettin Büyükkaya
Necmettin, konuşma ve sohbetlerinde sakin ve sabırlı bir insandı ama aynı zamanda inatçı yanı da hissediliyordu. Ne ki, karşısındakini incitmez, kırmaz ve nazikliği, kibarlığı elden bırakmazdı ve en önemlisi tartışmadan sonra küsmezdi, sosyal ilişkilerini aynı sıcaklıkla sürdürmeye çalışırdı. Necmettin, ideolojik kamplaşmada kendisini sosyalist-komünist [o dönem jargonuyla Marksist-Leninist] safta konumlandırırdı ve bu ideolojiyi aktifçe savunurdu ki böylesi Marksist-Leninist bir örgüt yaratmayı da amaçlıyordu. Tabii 77 ve sonrasında ilişkileri ağırlıkla YNK ve lideri Mam Celal ileydi, o nedenle ideolojik eğilimi artık eskisi gibi çok keskin değildi hatta Kürdistan meselesinde ulusal ve uluslararası alanda "reel politik" düşünürdü ve bu alanda pozitif pragmatik bir tavrı oluşmuştu. Gerçi teorik olarak eğilimi daha çok "Sovyet Bloku" tarafıydı [O dönem Sosyalist Sistemin lider ülkesi Sovyetler Birliği olarak görülürdü] fakat pratikte ideolojik kamplar arasında "Kürtlerin çıkarları"nı öne alırdı ve bu yönüyle tutumu bir bakıma "Ne Sovyet, Ne Çin" tandansına yakın gibi görünse de aslında Kürdistan davasının menfaatleri için Sovyetler Birliği ve Çin'e karşıt keskin tavır yanlısı da değildi. Kürdistaniydi ancak klasik ve geleneksel Kürt milliyetçiliğine de mesafeliydi. 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasına kadar Diyarbakır, Siverek, Hakkari, Van, Ankara, Doğu Kürdistan-Mahabat güzergahı ve Batı Kürdistan [Suriye] hattında planlı, plansız karşılaşma ve görüşmelerimiz oldu. Bu karşılaşmalarımız hep sıcak ve dostane oldu. Özellikle bizim 1976'da Hakkari-Elki'de KDP-Geçici Komite tarafından tutuklanan YNK'li peşmergelerin [Birahim Ezo (Mulazim Cebar) ve arkadaşları] serbest bırakılması için yaptığımız yoğun çalışmalardan hep takdirle sözederdi.
T-KDP-KİP ile ilişkilerini kestikten sonra [1977], Necmettin'in manevra alanı genişlemiş ve diğer Kürdistanlı politik çevrelerle çok yönlü trafiği artmıştı. 1978 sonbaharında Aziz Bayram arkadaşımla birlikte, TKSP-parti görevi çerçevesinde, Siverek'te büyük evlerinde, baba evinde misafiri olduk. Avlulu mutevazi geleneksel bir Siverek eviydi. Avludan dışarıya açılan büyük kapının içinde ayrıca küçük bir kapı vardı ve ihtiyaç olmadıkça büyük kapı açılmaz o küçük kapıdan girilir, çıkılırdı. Necmettin de o dal gibi uzun boyuyla başını eğerek o kapıcıktan girer çıkardı...
Necmettin ve ailesinden sıcak bir misafirperverlik gördük. O dönem çok aktif YNK'ye destek veriyordu. Onun baba evinde birçok YNK'li dostla sohbetlerimiz oldu. Arkadaşım Aziz Bayram Diyarbakır'a döndükten sonra ben ve Necmettin "sınır ötesine" birlikte sefere çıktık. Suriye tarafına "Binxet" denirdi. Necmettin'in sağlam ilişkileri vardı. Beraberce Ceylanpınar [Serêkanîyê] köylerinden birinden öte yandaki Serêkanîyê'ye gitmek üzere sınırı geçtik. Sınırdan geçerken Necmettin çok hızlıydı, o mayın tarlasından ceylan gibi sekiyordu. Gece yarısı ilk konağa vardık ve Necmettin'in dostunun evine misafir olduk. Ertesi gün sınır ötesindeki Serêkanîyê' ye [Ceylanpınar] vardık ve Necmettin'in yakın dost ve çalışma arkadaşlarından Xalê Remo'nun evine konuk olduk. Necmettin ona Ap Rem, YNK'liler Xale Remo derlerdi. Aynı çevreden Siverekli Hüseyin de oradaydı. Necmettin'e kak Selah diye hitap ediyorlardı. O zamanki illegalite içindeki adı "Kak Selah" idi. O konakta YNK'nin lider kadrosu içinden [Komele kanadı] Kak Salar ve Mam Celal'in yakın çevresinden Dr. Kemal Xoşnav'la karşılaştık. O turda Necmettin Kak Salar'la (Salar Aziz) birlikte Serêkanîyê'de kaldı. [Ayrılırken bana, Hakkari bölgesinde geçiş ilişkilerini düzenleyen YNK'li dostu, kak Şivan'a (Saleyi - Emin, bir süre Hakkari-Elkî'de de kaldı) yardımcı olmamızı istemişti ve biz de gerekeni yapmıştık...]. Necmettin ve Kak Salar'la vedalaştıktan sonra, ben ve Dr. Kemal Xoşnav, YNK-Kamışlo büro sorumlularından Kak Behzat'ın cipiyle Kamışlo'ya geçtik. Dr. Kemal Xoşnav, YNK'nin Kamışlo sorumlusuydu ve aynı zamanda Suriye alan yönetimi içindeydi. Dr. Kemal'in ikametgahında, ki aynı zamanda YNK'nin irtibat bürosuydu, misafirdim. Bir gece Hemîd Derwêş [Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi Genel Sekreteri], ünlü şair Cigerxwûn [ayrıca Partî yönetimindeydi] ve yönetici arkadaşlarından Ebdurehman Husên Koçer ile beraber Dr. Kemal'i ziyarete geldiler. Aynı zamanda bir dini bayram [Ramazan Bayramı] kutlamasıydı. Cigerxwûn'la ilk kez karşılaşıyordum ve bu fırsatı kaçırmak istemedim, bir röportaj yaptım. Bu röportajım Roja Welat gazetesinin 12. sayısında [15 Aralık 1978] Z. Elki imzasıyla yayınlandı. Sonradan Türkçesi de Özgürlük Yolu dergisinde [44. sayı, Ocak 1979] çıktı.
[Dr. Kemal Xoşnav'la bilahare, 1981 sonbaharında YNK'nin Merkez Karargahı'nın bulunduğu Navzeng (Güney Kürdistan'ın Kaledize şehrine yakın doğu-güney sınırı) bölgesinde de karşılaştık. 1994'te kısa bir süre Kopenhag'da kaldığında da görüştük. En son da 2002 sonbaharında Süleymaniye'de, Süleymaniye Üniversitesi rektörü iken bir grup Kürt dili araştırmacısıyla ziyaret etmiş ve kutlamıştık. Süleymaniye'deki karşılaşmamızda da eski günleri yad ederken, Necmettin'e olan sevgisini ifade etmiş ve beraberce bir daha hüzünle anmıştık Necmettin'i. Ne yazık ki, Dr. Kemal, kurtuluşu uğruna savaşım verdiği Kürdistan'ın güney yakasındaki inşa sürecinde ve özellikle akademik eğitim alanında görev almışken, çok erken bir zamanda, 2004 Aralık ayında kaybedildi. O'nu da sevgiyle anıyorum...].
YNK'lilerin sohbetinde Necmettin Büyükkaya
YNK'liler Kuzey Kürdistanlıların yanında mutlaka Necemettin'den övgüyle bahseder, her vesile de ondan söz eder, sevgi ve saygılarını dile getirirlerdi...
Şam'a geçtikten sonra da, Kak Emer [Mustefa] Debabe, yeğeni Lawko ki şoförlüğünüde yapıyordu, Mela Nasuh, Dr. Fuat Masum, Adil Murad, Kak (Şêx) Şemal, Elî Eskerî'nin iki oğlu Şoreş ve Şalaw (o zamanlar küçüklerdi) ve daha birçok YNK kadrosuyla karşılaştık, tanıştık o zaman... [Kak Şêx Şemal, Süleymaniye'liydi ve YNK'nin en büyük bileşeni olan Komele Örgütü'nün öncü kadrolarındandı. Ne yazık ki, çok genç yaşında, her dönem bir milli felaket olan ulusal dinamiklerin iç çatışmalarından birinde, 15 Nisan 1983'te yaşamını yitirdi. Necmettin'in de önem ve değer verdiği dostlardan biriydi. 1978 sonbaharında Şam'da birlikte çektiğimiz resim arşivimde. Değerli dostum Şemal'i de sevgiyle anıyorum...]. Tabii YNK'li dostlar, bu ilk karşılamayı, büyük bir nezaketle Şam'ın Hotel Meridien'inde düzenlemişlerdi. O sohbette Dr. Fuat Masum, yazar Çetin Altan'ın eşi, (Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerin anneleri) Kerime Hanım'la (O, Kerîme Xan diyordu) akraba olduklarını söylemiş ve Necmettin ile İstanbul seyahatinden sözetmişti...
Yine Şam'da, Emer Debabe, Mela Nasuh ve Kak Şemal bir gün Elî Eskeri'nin evinde akşam yemeğine davet ettiler, birlikte gittik. Elî Eskeri'nin evine giderken hüzünlendik. Eli Eskeri YNK'nin Politbüro üyesi ve YNK bileşeni KSH'nin Genel Sekreteriydi. KDP-Geçici Komite peşmergeleri 1978'de Hakkari bölgesinde Elî Eskeri ve arkadaşlarını esir almış ve sonradan öldürmüşlerdi... Elî Eskerî'nin iki hanımı, Sebîha Xan ve Nûbihar Xan, çok güzel yemekler yapmışlardı. O yöresel yemekler içinde en çok dikkatimi çeken portakal büyüklüğündeki lezzetli "Süleymaniye Köftesi"ydi. Bazen "Koy Köftesi" de diyorlardı. Süleymaniye'li ve Koy'lu YNK'liler arasında hoş bir çekişme konusu da oluyordu bu köfteler. Bu sohbette de Emer Debabe, kak Selah'ın da (onlar Necmettin'e Selah diyorlardı) bu Koy köftesini nasıl iştahla yediğini anlatırken Süleymaniyeli Şêx Şemal da itiraz ediyor, o köftenin Süleymaniye yemeği olduğunu gülerek söylüyor ve Necmettin'in Süleymaniye yemeklerine olan hayranlığından söz ediyordu...
Necmettin Büyükkaya'nın dayanışmacı özelliği
Necmettin, bu tür ilişkilerde son derece yardımcı ve destekçiydi. İlişkilerini sadece kendine saklamaz, olanaklarını tüm yurtsever Kürtlerle paylaşırdı. En son 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi sonrasında Şam'da karşılaştık. 1982'de Kürdistan'a dönmeden önce birkaç kez görüşmemiz oldu. Bir keresinde Şam'da bir arkadaşımız [Dara] hastahanede ameliyat olmuştu, ziyaretine giderken yolda karşılaştık ve hastahaneye gideceğimizi söyledik. Hemen programını değiştirdi ve bizimle hastahaneye geldi. Son derece dayanışmacıydı. Yurda geri dönüş kararı verdiğinde bizleri örgüt evine yemeğe davet etti. O zaman Şam'ın Kürt Mahallesi'nin [Hayil Ekrad] alt tarafında bir yerde [Saha Şemdin-Rukneddin], politik ve örgütsel arkadaşı Halil Hoca [Xelîl Xoce-Xelîl Sabrî Xetîb] ve eşi Pervin [Perwîn M.] ile kalıyorlardı. Tabii bir de Halil Hoca ve Pervin'in Şivan adında şirin küçük oğulları vardı ki ismini Necmettin Büyükkaya'nın koyduğunu söyledi Halil Hoca. Evlerimiz yakındı. O dönem hemen tüm Kürdistan politik örgütlerinin tabiri caiz ise "Home Office"leri vardı Şam'da... Biz, (o zaman TKSP'liler olarak) Mesakin Berzê'de kalıyorduk. Bir de misafirleri vardı Necmettin ve Halil Hoca'ların. "Sendikacı Zeki" olarak bilinen Ağrı'lı Zeki Kılıç'ta oradaydı. Sendikacı [Sosyal-İş-DİSK] Zeki Kılıç'ı Ankara'dan da tanıyorduk. O zamanlar sıkı bir TİP'liydi, önde gelen kadrolarındandı TİP'in. 12 Eylül sonrası şartlarda Necmettin, Zeki Kılıç'ı dışarı çıkarmış, Şam'a getirmiş ve oradan da Avrupa'ya gitmesine yardımcı oluyordu. Necmettin, misafirine daha çok güneyli Kürtlerin kullandığı "Dilêr" kod ismini koymuş, öyle hitap ediyordu. Emin olmak için Halil Hoca'ya sordum. O da "Dilêr" diye teyid etti. Evet Zeki Kılıç'a "Kak Dilêr" diye hitap ediyorduk. Zeki Kılıç, belirgin Karaköse [Ağrı] şivesiyle güzel Kürtçe konuşuyordu. Gece boyu Kürdistan meselesini, birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk. Necmettin yurda dönüş ile ilgili görüşlerini belirttiğinde, arkadaşım Aziz Bayram'la beraber acele etmemesi, sabırlı olması ve beraber neler yapılabileceği üzerine tekrardan görüşülmesini söyledik. Ne ki, Necmettin dönüş kararını vermişti bir kere...
Bu konuşmalardan sonra Necmettin bize lezzetli bir çiğ köfte yoğurdu. Birlikte yedik, içtik. Zeki Kılıç serhat boyu ses tonuyla, Erivan Radyosu Kürtçe kanalının popüler halk şarkısı "Hey Dolabê, Dolabê"yi söylerken Necmettin'le birlikte neşeyle dinlemiştik. Bu verimli ve aynı zamanda keyifli görüşmemiz meğer sonuncuydu. Necmettin yurda döndü ve sonradan ne yazık ki yakalandığını duyduk [Nisan 1982]. 1983 sonu biz Avrupa'ya geçtik. Necmettin'in Diyarbakır Hapishanesi'nde direnişçilerle omuz omuza kararlı bir duruşunun olduğunu duyuyorduk. Ne acı ki, 23 Ocak 1984 (*) saldırısında hapishanede şehit edildiğini hüzünle öğrendik.
Necmettin, çok sade olarak ifade edilirse; iyi, dürüst, temiz, mücadeleci, dayanışmacı ve fedakar bir insandı. Necmettin, has bir Kürt ve Kürdistanlı devrimciydi. Kürt ve Kürdistan davasından başka bir gündemi yoktu. O tüm yaşamını bu hedefe göre planlamış ve örgütlemişti. O profesyonel bir devrimciydi. Tüm çalışma ve arayışları bu düşünceler üzerineydi. Bilgili ve anlayışlıydı ama öncelikle pratik adamıydı. Dostluk ilişkilerinde tek kelimeyle dürüsttü. Yardımlaşma ve dayanışmadan asla uzak durmazdı. Ne imkanı varsa devrimci çalışmanın ve devrimci insanların hizmetine sunardı. 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrasında "binxet"e, yani sınır ötesine onlarca yurtseverin, devrimcinin geçişi onun yardımıyla oldu. Hatta 12 Eylül 1980 öncesi geçişlerde de Necmettin birçok Kürt mücadeleciyi sınır ötesine geçirdi ki onlardan biri de yazar Mehmet Uzun'du [1977]. Necmettin, bu yardım ve dayanışmada hiçbir zaman politik egoizm yapmadı. Kapısını yurtsever, devrimci kişi ve örgütlere kapatmadı. Kim kapısını çalarsa açar, elinden geleni yapardı. Necmettin hakiki, kaliteli ve dar gün dostuydu. O tüm devrimcilerin, yurtseverlerin imdadına koşardı. Necmettin bu yönüyle örnek bir insandı.
Necmettin'in kaybı Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi bakımından büyüktü. Necmettin duruşuyla, bilgi, deneyim ve anlayışıyla, pratiğiyle Kürdistan davasının seçkin bir kadrosuydu. Öncü vasıflı, dikkat çekici, karizmatik bir kişiliğe sahipti. 1975-82 yıllarında büyük bir enerjiyle "Güney Kürdistan Devrimi"ne destek verdi. Gerçi ağırlıkla YNK çizgisine angajeydi, ancak o yılların şartları, ilişkilerin karakteristiği öyleydi. O zamanlar "kamplaşma" egemendi. Bazılarıda aynı ölçülerde PDK'ye destek veriyordu. Fakat objektif açıdan tümünün hedefi "Güney Kürdistan Devrimi"ne yardımcı olmak, destek vermekti. Necmettin Kürdistan'ın dört parçası bakımından, ülkesel ve ulusal anlamda Milli Devrimci'ydi, Kürdistan'ın tam bir yurtsever devrimcisiydi. O yıllarda Güney Kürdistan'da silahlı savaşım vardı ve kendi analizine göre Irak Saddam rejiminin kolonyalizmine karşı "Güney Kürdistan" ulusal kurtuluş mücadelesi konjonktürel olarak öncelikliydi, o nedenle aktif destek veriyordu. Yani "Güney Devrimi" onun ajandasında birinci gündemdi. Ama aynı zamanda 1979'da Humeyni rejiminin saldırılarına karşı "Doğu Kürdistan" silahlı direnişiyle de dayanışıyordu. Necmettin "Kuzey Kürdistan" mücadelesi için de silahlı savaşıma inanıyordu, bunun için örgütlü bir faaliyet içindeydi ve KAK adıyla organize bir çalışma yürütüyorlardı. KAK'ın kuruluşu genelde 1978 olarak bilinmekle beraber, yakından tanıdığım kurucu ve yöneticilerinden Mamosta X., KAK'ın 1977 sonlarında kurulduğunu belirtmişti...
Bir Kürdistan devrimcisi olarak Necmettin Büyükkaya
Sonuçta Necmettin ulusal düşünüyordu, onun ideali "Büyük Kürdistan"dı, o nedenle de kendini bir parçayla sınırlamıyor, bütünlükçü düşünüyordu ve bir Kürdistan devrimcisiydi, nerede, hangi parçada ona ihtiyaç olsaydı orada olmaya çabalıyordu. Necmettin, bugün yaşasaydı "Ulusal ve Ülkesel Birlik" için pozitif ve yapıcı bir rol oynardı. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi cesur, korkusuz, savaşımcı bir devrimcisini, seçkin, öncü ve yeri doldurulamaz bir kadrosunu kaybetti. Necmettin'in, tanıdığımız, ilişkimizin olduğu dönemki düşünce ve pratiğiyle bugün rahatlıkla söyleyebilirimki, eğer bugün yaşıyor olsaydı, "Kürdistan Ulusal Birliği" için omuz omuza çalışıyor olurduk. Necmettin, bu "Herşey ulusal birlik için" tavrını Diyarbakır Hapishanesi'nde de gösterdi. Hapishanede Zinar, Zinarê Mezin adıyla anıldığını o dönem birlikte olanlar anlatıyor. [Türkçe soyadı "Büyükkaya" zaten Kürtçe "Zinarê Mezin" anlamındadır...]. O zinar yani kaya gibi bir devrimci olduğu için teslimiyeti reddetti, bilinçlice direniş ve mücadele tarafını seçti. O dönemin çok ağır işkence şartlarında direniş hattının yaratıcıları, öncüleri ve savaşımın en önünde olan PKK'li tutsaklarla dayanıştı, onlarla omuz omuza mücadele etti. Mustafa Harputlu [A. B.] ve daha birçok PKK'li tutsakla beraber ölümüne işkence gördü ve Diyarbakır Hapishanesi'nde bu uğurda canını verdi. 83 sonu, 84 başı "Tek Tip Elbise"ye karşı direniş çok etkili oldu ama o oranda da baskı gördü... Mustafa Harputlu da Necmettin ile beraber o ağır saldırıda komalık edildi ve hatta öldüğü duyuruldu ancak sonradan mucize eseri kurtuldu. Mustafa Harputlu uzun hapishane dönemini bitirdikten sonra bugün o ağır işkencelerin yarattığı yine ağır hasarı yaşasada mücadeleye aynı kararlılıkla devam ediyor... Serxwebûn gazetesi o ünlü direnişten söz ederken şöyle yazıyordu: "Gazetemize ulaşan bilgilere göre, Diyarbakır Cezaevindeki Ocak 1984 direnişinde şehit olduğu belirtilen tutukluların isimleri şöyledir; Ismet Karak, Ahmet Bayık, Halil Çatak, Necmettin Büyükkaya ve Yılmaz Demir. PKK Davası tutuklularından Muzaffer Ayata, Ali Rıza Altun, Mehmet Şener, Celalettin Delibaş, Mehmet Can Yücel, İdris Güzel, Mustafa Karasu, Haydar Geçmez, Metin Aslan, Şükrü Gülmüş, Mahmut Oğuz, Mehmet Tekin ve Bedrettin Kavak'ın ise koma durumunda oldukları ama buna rağmen eylemi sürdürdükleri bildirildi. -Sayı 26, Şubat 1984"...
Necmettin pratiğiyle kendisini ölümsüzleştirdi. Birçok kişi o dönemde kendini direniş hattından uzak tutuyordu. Ama o yapmadı, başını eğmedi ve başı dik, alnı ak bir biçimde kendini büyük Kürt ve Kürdistan davasına feda etti. Yukarıda belirtmiştim, mücadele pratiğinde görüldüki, Necmettin sadece baba evinin büyük kapısının içindeki küçük kapıdan geçerken başını eğerdi...TC devlet zulmüne, ünlü işkencehane Diyarbakır Hapishanesi'ndeki vahşete ise baş eğmemek için canını verdi... Kürtler ve Kürdistan Necmettin'i, Necmettinleri unutmamalı ve unutmayacaklar.
Tabii en sonunda özce şunu da belirtmeliyim; bir insanı, bir devrimciyi, bir yurtseveri, bir hak, hukuk, adalet, barış, kurtuluş, özgürlük ve eşitlik aktivistini, bir dava adamını, bir Kürdistan politikacısını anlattık, tasvir ettik. Hiç kuşkusuz her insan gibi doğrusu vardı, yanlışı vardı, eksiği vardı, fazlası vardı, eksisi vardı, artısı vardı. Nihayetinde Kürdistan siyaset dünyasının aktif ve iddia sahibi bir insanıydı. Analiz ve değerlendirmelerinde katılınacak, katılınmayacak birçok yan vardır veya olabilir. Ama tüm politik kişiliğinin dışında da bir insan olarak Necmettin'in ardından söylenecek en özlü ve hakettiği söz şudur: İyi, dürüst, temiz, mücadeleci, özverili, güvenilir, dayanışmacı, paylaşımcı, hayırlı, vefalı bir insandı.
Dostum Necmettin'i yani kak Selah'ı sevgiyle, özlemle anıyorum.
İşkencelerde şehit edilen ve tüm hasarlara karşın bugün mücadeleye devam eden direnişçilere selam olsun!..
Not:
(*) Necmettin'in şehit edildiği gün ile ilgili değişik tarihler veriliyor. Biz 23 Ocak 1984 olarak biliyoruz ancak kardeşi Şerwan Büyükkaya'nın hazırlayıp yayınladığı "Necmettin Büyükkaya-Kalemimden Sayfalar" kitabında 22 Ocak 1984, internet dünyasında yeralan kimi belgelerde 24 Ocak 1984 olarak geçiyor. Biz 23 Ocak gününü esas aldık. Çünkü tanıkların anlatımına göre, 23 Ocak 1984 günü yapılan saldırıda ağır yaralı olarak, baygın-hareketsiz halde hastahaneye kaldırılırken ya ölmüştü ya yolda öldü ya da hastahanede yaşamını yitirdi Necmettin. Necmettin ile aynı halde hastahaneye kaldırılan Mustafa Harputlu da [A. B.] 23 Ocak 1984 olarak hatırladığını belirtmişti görüştüğümüzde. Necmettin'in kaybıyla ilgili resmi açıklama ise 24 Ocak 1984'te yapıldı.
Kısaltmalar:
DDKO: Devrimci Doğu Kültür Ocakları
DDKD: Devrimci Demokratik Kültür Derneği
İz-DDKD: İzmir Devrimci Demokratik Kültür Derneği
DHKD: Devrimci Halk Kültür Derneği
DGM: Devlet Güvenlik Mahkemesi
CHP: Cumhuriyet Halk Partisi
MSP: Milli Selamet Partisi
TKSP: Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi
KİP: Kürdistan İşçi Partisi (Bugünkü PKK değil)
KAK (Komeleya Azadîya Kurdistanê - Kürdistan Özgürlük Örgütü)
PKK: Partîya Karkerên Kurdistanê / Kürdistan İşçi Partisi
PDK: Partîya Demokrat ya Kurdistanê / Kürdistan Demokrat Partisi
PDK-T: Partîya Demokrat ya Kurdistanê-Tirkîye / T-KDP: Türkiye-Kürdistan Demokrat Partisi
YNK: Yêkîtîya Niştimanî ya Kurdistanê / Kürdistan Yurtsever Birliği
Mam Celal: Celal Talabanî
Kemal Xoşnav: Kemal Hoşnav
KSH: Kürdistan Sosyalist Hareketi [Bizotneweya Sosyalîst ya Kurdistanê]
DİSK: Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
TİP: Türkiye İşçi Partisi
AÜ ZF: Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
AÜ SBF: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
71 tevkifatı: 1971 tutuklamaları
74 affı: 1974 Genel Affı
77: 1977
83: 1983
84: 1984
II.
YNK'li dostum Şivan Saleyi'nin anlatımıyla Necmettin...
YNK'li dostum Şivan Saleyî'yi 70'li yılların ikinci yarısında tanıdım. Kuzey, Doğu, Güney ve Batı Kürdistan sınır boylarında, mücadele alanında karşılaştık, tanıştık. O süreçte bu Kerkük'lü genç ve idealist YNK'liye bölgede faaliyet yürütürken hep dayanışma gösterdik... Necmettin ile yakından tanışıyordu. Necmettin üzerine yıllar önce 23 Ocak 2008'de Kürtçe bir yazım Yeni Özgür Politika'da yayınlanmıştı... Epey bir zamandı, Necmettin'i şehit edilişinin 40. yılında da bir yazıyla anmayı planlıyordum. Bunu düşünürken Haziran 2021 de Şivan Saleyi [Emin Rauf] ile de Kopenhag'da sohbet ettim. Necmettin YNK ile çok yakındı, onlara örgütsel düzeyde destek veriyordu ve Şivan Saleyi ile de yakın dosttu. Ortak dostumuz olan YNK'li Şivan Saleyi'nin Necmettin üzerine olan Kürtçe anlatısını Türkçe'ye çevirdim ve yazıma ekliyorum.
Soldaki: Şivan Saleyî - Ortadaki: YNK'li bir pêşmerge - Sağdaki: Necmettin Büyükkaya
Şivan Saleyî özce şunları anlattı Necmettin hakkında:
1976 Mayıs ayında Batı Kürdistan'ın başkenti Kamışlı'da ilk kez Necmettin ile karşılaştım ve yakından tanışmam öyle başladı... Tabii o zaman biz O'nu "Kak Selah" olarak tanıdık. Sonradan gerçek adını öğrendik. Tüm faaliyet içinde o bizim Hevrê [Yoldaş] Kak Selah'ımızdı.
Daha ilk karşılaşma ve tanışmada Necmettin ile sıcak bir iletişimimiz oldu. Deyim yerindeyse kimyamız daha baştan birbirini tuttu.
YNK daha yaklaşık bir yaşındaydı tanıştığımızda. O dönem YNK'nin birçok ilk kurucu kadroları da oradaydı. Newşirwan Mustafa, Ebdulrezak Feyli, Adil Murad, Dr. Kemal Hoşnav ve daha birçokları oradaydı o ilk karşılaşmamızda.
Güney Kürdistan devrimci mücadelesi, özellikle 1975 yenilgisinden sonra, yeni bir evreye gelmiş, yeni bir örgütlenme oluşmuştu. Hepimiz çok heyecanlı ve o kadar da enerjik ve atılgandık. Böylesi bir devrimci eylemlilik içindeyken Kuzey Kürdistan'lı devrimcilerle karşılaşmak, tanışmak bize güç veriyordu, bizleri motive ediyordu. O atmosferde benim gibi genç YNK kadroları, Necmettin gibi lider bir kadroyla tanışmaktan çok mutlu olmuştuk. Daha o ilk karşılaşmada bizde müthiş bir sempati yaratmıştı Necmettin. Bunu anlatırken o ilk sahne gözlerimin önümde ve aynı o zamanki gibi heyecanlanıyorum.
Necmettin bizde çok sıcak ve samimi bir etki bırakmıştı. O'nu öyle tanıdık ve o intiba hep devam etti.
Belirttiğim gibi YNK'nin o ilk örgütlenme döneminde bizler saha çalışmalarına ağırlık vermiş ve Güney Kürdistan devrimci mücadelesini yeniden örgütlemeye, sıcak mücadeleye, silahlı savaşıma hazırlanıyorduk. En büyük lojistik ve destek alanlarımız Kuzey, Doğu ve Batı Kürdistan'dı. Kuzey Kürdistan alanında bizlerla dayanışan birçok yurtsever kişi ve örgüt vardı. Fakat açıklıkla belirtmeliyimki Necmettin yoldaş en baştaydı ve neredeyse tüm zamanını bizimle dayanışmaya, bize destek olmaya ayırmıştı.
Güney Kürdistan'ın, Doğu ve Kuzey Kürdistan sınırlarına yakın bölgeleri bizim en başat faaliyet alanlarımızdı. O nedenle de, hem Kuzey Kürdistan, hem de Doğu Kürdistan devrimci yurtsever kişi ve örgütleriyle yakın bir ilişkimiz vardı.
Necmettin'in Güney Kürdistan devrimci mücadelesiyle dayanışması, desteği sadece Kuzey Kürdistan ile sınırlı değildi. Batı Kürdistan'da, Kuzey Kürdistan'da, Doğu Kürdistan'da, bütün geliş gidiş güzergahlarında en büyük desteği Necmettin verdi hareketimize.
Benim Necmettin ile devrimci çalışmam, mesaim çok oldu. Ben Batı Kürdistan, Kuzey Kürdistan, Doğu Kürdistan hattında aktif çalışıyordum. O nedenle de Necmettin ile çok yakın, sıkı ilişkim vardı. Batıdan, Kuzey ve Doğu üzerinden Güney Kürdistan'a birçok kez beraber gittik, geldik. Devrimci mücadelenin hayati derecede ihtiyaç duyduğu malzeme, materyal ve ekipmanın aktarımını birlikte yaptık. Bu zaman sürecinde Siverek'te onun baba evinde çok kaldım, kaldık. Onunla, başta çok sevdiği şehri Siverek'i, Diyarbakır'ı, Van'ı, Hakkari'yi gezdik, kaldık. Mardin, Şırnak, Dicle ve Habur üzerinden Hakkari bölgesini çok zaman yaya arşınladık.
Bütün bu çok tehlikeli yolculuklarda bize soğukkanlılığı, dikkati, dayanmayı öğretti. Bize hep örnek oldu. Özellikle Kuzey Kürdistan alanından geçerken, O çoğu zaman bizzat bizimle olurdu ve o vakit biz kendimizi daha çok güvende hissediyorduk. Bu seyrüseferlerde karşılaştığımız birçok badireyi Necmettin'in bu soğukkanlılığıyla atlattık. Varlığıyla acayip bir güven ve cesaret veriyordu.
Bu yolculuklara hazırlanırken, çıkarken, yol alırken çok planlı davranırdı. Gidiş-geliş güzergahlarını büyük bir disiplin içinde planlardı. Her yolculukta bize sakin olun, ağzı sıkı olun, yol boyu çok dikkatli olun, iyi gözleyin, sağlam gözlem yapın derdi. Her konakta insanlarla dikkatli ama sıcak ilişki kurmamızı öğütlerdi. Biz de olabildiğince Necmettin'in dediklerine uygun davranırdık. O nedenle de, bu yolculuk güzergahlarında birçok dostumuz oluştu.
Gerek 1976, gerek 1978 Hakkari bölgesi zayiatlarımızın oluşmaması için Necmettin çok çabaladı. Ancak o dönemin zor şartları içinde önlenmesi hayli güç bir saldırıyla karşılaştık ve ne yazık ki ağır kayıplarımız oldu.
Sonradan, toparlanma sürecinde Necmettin daha deneyimli bir faaliyet yarattı ve bizlerin çalışmalarının nispeten daha güvenli yürümesi için etkili bir çaba sarfetti.
Necmetin her gelişinde Mam Celal ile görüşürdü. Çoğu zaman beraber giderdik Mam Celal'in yanına. Mam Celal Necmettin'e çok güvenirdi. Yazdığı mektupları Necmettin'e verir ve gerekli yerlere iletmesini isterdi.
1979-80-81 döneminde de YNK Merkez Karagahı'nın bulunduğu ünlü Navzeng'e [Kaledize'ye yakın Doğu ve Güney Kürdistan sınırı] beraberce birçok yolculuğumuz oldu. Beraber resimlerimiz var o alandan.
Gerek Kamışlı'da, gerekse Merkez Karargahı'mızda beraberken Necmettin bize hep tarihten bahsederdi. Özellikle Kuzey Kürdistan mücadelesini, geçmiş başkaldırıları, yenilgileri, neden ve sonuçlarını anlatırdı. Yeni mücadele döneminden söz ederdi.
Necmettin her fırsatta Kürdistan milli güçlerinin birliğinden bahsederdi. Kürdistan mücadelesinin başarısının bu büyük milli birliğe bağlı olduğunu anlatırdı ve bizden de bu ruha uygun davranmamızı ister, bu düşünceyi yaymamızı öğütlerdi. Bu anlatım ve bizzat pratiğinden anlıyor ve görüyordukki Necmettin sadece bir parçanın değil büyük Kürdistan'ın devrimcisiydi.
Necmettin insan olarak alçakgönüllü, güleryüzlü, hoşsohbet ve sosyal bir insandı. Sadece bizim lider kadrosuyla değil, peşmergelerle de yakından ilgilenir, oturur, konuşur, anlatırdı. Bu yönünü gördükçe daha çok sevdik Necmettin'i. Çünkü bizim lider kadrosundan bazıları hiçte mütevazi değillerdi. Ayrıca Necmettin bizim birçok lider kadromuzdan daha çok çalışıyordu. Beraber olduğumuzda görüyorduk. Erkenden kalkar, bizleri de kaldırır ve geç saatlere dek çalışır, koştururdu. Çok terbiyeli, saygılı ve kibardı. Ama çalışmada da çok disiplinli ve enerjikti. Bu sürede ondan çok şey öğrendik.
Kendi siyasi yaşamından da bize bahsetmişti. Anımsadığım kadarıyla, önceleri Dr. Şivan hareketi içindeydi ve sonradan bizlerin de DDKD olarak bildiği hareketin lider kadrosundaydı. En son DDKD hareketinden ayrıldığını ve KAK adlı yeni bir örgütlenme içinde olduklarından söz etmişti bize.
O şartlarda bizim Kürtçeyi, yani Sorancayı yazılı olarak öğrenmeye çalışıyordu. Hiç unutmam, hem Kamışlı'da, hem de Navzeng'te bana, bizlere Arap-Arami harfleriyle yazılan Kürtçeyi soruyor, bu alfabeyle yazıp okumayı öğrenmeye çabalıyordu. Elinde not defteri vardı ve cevaplarımızı not ederdi. Bir keresinde kendisine bu Arap-Arami harflerini öğrenmeye ne gerek var diye sormuş ve hepimizin Latin harflerine yönelmemiz gerektiğini söylemiştim. O da, uzun vadede Latin harfli alfabe birliği oluşsada şimdi bu Arap-Arami harfleriyle Kürtçe yazım, eğitim olduğunu, o nedenle de öğrenilmesinin çok yararlı olacağını belirtmiş ve bizi de ikna etmişti.
Necmettin ile son beraberliğimiz
Necmettin ile son görüşmemiz 1980 ocak ayında Diyarbakır'da oldu ve o oldu karşılaşmamız. Ben 1982 sonlarına dek Kuzey Kürdistan üzerinden Doğu ve Güney Kürdistan'a gidip geldim.
1983'te de Batı Kürdistan'a geçtim. Bir süre Suriye'de kaldım.
Necmettin'in 1982'de yakalanmasını duyduğumda Kuzey ve Doğu Kürdistan hattındaydım ve içimde bir boşluk oldu. Derin bir acı duydum. 1980 askeri faşist cunta döneminde Kuzey Kürdistan'da neler yaşandığını yakından biliyordum. O nedenle de Necmettin'in başına birşeyler getirileceğinden endişelendim ve ne yazık ki öyle de oldu.
1983 sonu Avrupa'ya çıktığımda Danimarka'ya yerleştim. 1984 başlarında Necmettin'in Diyarbakır Hapishanesi'nde katledildiğini Kuzey Kürdistanlı dostlarımdan duyduğumda, bir parçam koptu diye hissettim.
Bir yoldaşımı kaybettim, bir dostumu kaybettim, bir kardeşimi kaybettim, bir Kürdistan liderini kaybettim. Bu acıyı hep duydum. Necmettin'i hiç unutmadım, umutmadık. O kalbimizde. Ve hep öyle kalacak. O'nu unutmamak, anmak aslında bir yurtseverlik görevidir aynı zamanda. O Kürdistan şehitler kervanına katıldı ama ölümsüzdür. O'nu yüreğimizde, beynimizde yaşatmalıyız.
Necmettin'i, Kak Selah'ı özlemle, büyük sevgi ve saygıyla anıyorum...
***
Not:
Bu yazı, 23-24 Ocak 2024 günleri PolitikART'da yayınlandı.
Onlardan sonra biz de blogumuzda yayınlıyoruz.
PolitikART linkleri aşağıdadır:
I.
https://politikart.net/yazi/sehadetinin-40-ylnda-necmettin-buyukkaya-i
II.
https://politikart.net/yazi/sehadetinin-40-ylnda-necmettin-buyukkaya-ii