Kürdistan'ın güney yakasıyla ilgili güzel bir ilkbahar
gezintisi, gözlemi, anlatımı ve fotoğrafları. ANF'den olduğu gibi, yazarın
yazdığı haliyle, redakte etmeden naklen aldık. Orijinaliyle ilgilenenler için ANF'nin
linki yazının sonundadır. xwezabawer.blogspot.dk
Güney Kürdistan’da bahar yolculuğu
Güney Kürdistan’ın Koye,
Kandil, Qalaçolan, Süleymaniye, Pencewin, Halepçe ve Hawraman hattındaki doğa
güzelliğini bir nebze de olsa size yakınlaştırmak ve hayallerinizi buluşturmak
istiyorum...
- DEVRİŞ ÇİMEN
- ANF
- Salı, 23 May 2017, 00:20
Gökte mavinin daimi
değişkenliğini, yerde ise yeşilin yüzlerce farklı tonunu görebildiğimiz bir
zamanda yolculuk yapıyoruz. Bahar tüm renk ve hareketliliği ile ilerlerken, ben
geçtiğimiz aylarda görüp, fotoğraflarını çektiğim Güney Kürdistan’ın Koye,
Kandil, Qalaçolan, Süleymaniye, Pencewin, Halepçe ve Hawraman hattındaki doğa
güzelliğini bir nebze de olsa size yakınlaştırmak ve hayallerinizi buluşturmak
istiyorum...
Tabiatın güzel ve renkli
uyanışına bizzat tanıklık ettiğimiz nisan ayında; yağmurların yanı sıra, bazen
nazlı bazen ısrarcı bir biçimde biliren güneş, havadaki tazelik kokusu,
rengarenk çiçekler ve bitki örtüsü insana yaşama sevinci aşılıyor... Doğa ile
bağı sevgiye dayanan insanların yaşam sevinci hep canlı ve heyecanlı oluyor.
Buralarda ilk açan nergis
daha sonra badem ağaçlarının çiçekleri doğaya baharı müjdeler...
Yol kenarlarında elleri
nergis kokan çocuklardan önce nergis alırsınız, nisan ayının sonuna doğru ise
aynı çocuklardan aynı yollarda çağla ve ışkın… Bu döngüyü her yıl farklı farklı
çocuklardan aynı yol kenarlarında görürsünüz…
Baharı müjdeleyen sadece
nergiz çiçekleri değil, pürüzsüz güzellikleriyle, onları ellerinde satışa hazır
tutan şen çocuklardır... Belki de bahar, biraz da insan hayatının çocukluk evresine
bu yüzden benziyor... Bahar aylarında tabiattaki herşey birşeyler anlatmaya
çabalar... Birşeylere dikkat çekip, bir oluşum ve gelişim içinde olur herşey bu
mevsimde...
Nergiz çiçeğinin, badem
ağacının, yeşil çimenin, otların ve yeni filizlenen bitkilerin anlatmak
istedikleri bir şey olmalı…
Yine bir araya geldikçe
kararan dağıldıkça beyaza kaçan bulutların; zamansız ve yağınca durmak bilmeyen
nisan yağmurlarının; dağların doruklarında eriyen karların, sesli ve hırçın
akan derelerin, çatlayan toprağın, çiçek ve yaprak açan ağaçların, uçan ve
göçen kuşların, otlanan kuzu, koyun ve keçilerin; oynaşan tüm diğer canlıların
anlatmak isteği ve ulaşmak istedi “sırrın” diğer bir adı da bahar olmalı…
Şimdi bu “sırrı”
fotoğraflarla da olsa anlatabilmek için, sizi yolculuğumuza davet ediyoruz...
Koye-Kandil-Süleymaniye
Güney Kürdistan’ın siyasi
tarihinde önemli bir yer edinmiş Koye şehirinin içinden geçip, kuzey doğusunda
duran Heybet Sultan tepesinin zirvesine vardığınızda, güneyinde uçsuz buçaksız
engebeli bir ovayı görüyorusunuz...
Sonra Heybet Sultan’dan
kuzey doğuyu seyrelediğinizde Dokan Gölünü ve gölün batısında ise neredeyse
düzlükte inşa edilmiş Ranya şehrini görürsünüz...
Dokan gölünün mavilikleri
ile ovanın yeşillikleri gider gri ve toprak rengi kayalıklar ile içi içe geçer
ve onlarda gider bembeyaz zirveleriyle Kandil etekleriyle buluşur... Buradaki
bahar renkleri iç içe geçer ama yine de her biri kendi farkını koruyarak
tabiata zenginlik katar...
Kandil dağlarına varmak
için dolambaçlı yollardan sonra yükseklere ve giderek daha da yükseklere yol
alırsınız... Büyüleyeci bir tabiat adeta sizi kuçaklamak istercesine davetiye
çıkarırır... Yağan yağmurlar yeşilin tüm tonlarını dağaya bağışlar... Kandil
dağlarına; yüksekliklerinden ötürü bahar, güneyinde bulunan coğrafyaya kıyasla
daha geç ulaşır...
Yine de en güzel baharın
orada yaşandığına inanır birçok Güney Kürdistanlı... Bu dağlardaki havanın o
tertemiz kokusu, ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Başınızı nereye çevrirseniz
çevirin, her yanda bir kıpırtıyı, renkliliği ve canlılığı görebilirsiniz...
Yüksek zirvelerdeki
karlar yavaş yavaş erir, şelaler oluşturur, dereciklere dönüşür, gider başka
dereler ile bütünleşir ve sonra birkaç dereden gider Dokan gölüne dökülür...
Her ayrılığı farklı
duygulara sebebiyet veren Kandil dağlarının zirvelerinden hatır isterken;
Kortek tepesinin hemen güney yamacında gönlünüzü almak istercesine bir güzellik
belirir... Burada bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla yokuştan aşağı inerken
büyüleyici bir yolculuğa açalacaksınız...
Yokuşun sonunda Karfin
deresinin sol tarafında bulunan araba yolu ise, aynı kıvrımlar ile devam eder.
Bu yolun sağ tarafında küçük, sanki eski bir masaldan fırlamış gibi Barawa köyü
görünür...
Taş-topraktan yapılmış
evler ile bu köy, baharda bir inci gibi yamaçta duruyor...
Bu yolun devamında sağa
yol aldığınızda, düzlükte Sangasar’in içinde geçersiniz...
Ardından Dokan gölünün
kuzay doğu kıyısında başlayan, düz yeşil bir ovanın ortasından yol alırken,
küçük küçük yerleşim yerlerini görürsünüz...
Düzlüğün sonunda bir
yokuşu çıkarken, ikiye ayrılan yolda sağa saparsanız eğer, doğuya doğru yine
bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda ayrı bahar renkleri
görürsünüz...
Bu esnada bu dağlık
alanda sanki doğanın içerisinde unutulmuş gibi tek başına duran Dolabi küyünü
vadinin derinliklerinde göreceksiniz.
İlerleyişinizi
sürdürürken Sargallu-Bargallu önünüze çıkacaktır... Sargallu-Bargallu Güney
Kürdistan’daki narin vadilerden birisidir... Bu vadi yüzlerce üzüm bağına
yamaçlarını mesken etmiş... İlk gördüğümde; tebessüm eşliğinde “bakarsan bağ,
bakmasan dağ olur” sözünün, buradan esinlenerek söylendiğini düşündüm...
İnsanlar bu vadideki dağ yamaçlarına, öyle güzel üzüm bağları
yapmışlar ki, etraftaki yeşillikler içerisinde, geç yeşeren üzüm bağlarının
taşlardan yapılmış çitleri, bir resim çerçevesini anımsatıyor bize... Sargallu
tepesini varınca, karşı yamaçlarda Piremegrun dağı görünür...
Nisan ayında hala
zirvesinin karlı olduğu Piremegrun dağının eteğinde ise süzülen yol sizi etrafı
tepelerle sarılmış Süleymaniye şehirine götürecektir...
Süleymaniye- Qalaçolan-Pencewin
Süleymaniye kent
merkezinden kuzeyine, Azmar tepelerine doğru yol aldığınızda, tepeyi aşmamak
için Ortadoğu’da az rastlanılan kısa bir tünelden geçersiniz. Tünelin sonunda
en az Süleymaniye kadar büyük bir alanda bahçeli, yazlık evlerini göreceksiniz.
Burası Sitek’tir. Maddi koşulları olanların gelip, kendine yaptıkları yazlık
evleri, bahar görüntüsüyle Süleymaniye kent merkezine göre daha bir ihtişamlı
duruyor...
Gökyüzünün durmadan başka
bir renge dönüştüğü bir sabahta, yağmurda eşlik ediyor bize...
Yağınca durmak bilmeyen nisan yağmurları eşliğinde, Pencewin’e
ulaşmaya çalışıyoruz. Yolumuzda gördüğümüz doğa güzelliklerinin içinden
geçerken tıpkı bir şiir dizesi, bir Mezopotamya melodisi tadında inişli çıkışlı
ve bol virajlı bir ahenkle dans ediyor doğa adeta...
Çuarta vadisini geçerken
her karesi ayrı bir bahar güzelliğini bize armağan ediyor...
Süleymaniye güneyinde sık
görünen düzlüklerin tersine, burası dağlık bir alandır... Dağların heybeti ve
doğaya verdiği biçim, bahar ile birlikte büyüleyici bir sinemagrafik mekana
dönüşüyor.
Güney Kürdistan’da
üretime en çok bağlı olan insanların mesken tuttuğu kasabanın Pencewin oldunuğu
söyleniyor.
Gerçektende
Pencewin etrafındaki toprakların işlenmesinden, bunun ibarelerini
görebiliyoruz. Etrafıki dağlık alanın vermiş olduğu heybet, Pencewin’i
unutulmayacak bir kasaya dönüştürüyor.
Pencewin’den dönerken
aynı yoldan dönmektense Qalaçolan yolundan Mawat’a doğru yol alıyoruz.
http://pho.to/Ahl7o/zp
Burada ise akan bir
dereye eşlik ediyor yolumuz... Dere etrafında kurulan bahçelerde yaprak açan
meyve ağaçları yaz aylarına müjde taşıyor adeta.
Yol boyunca aştığımız her
tepenin zirvesinde veya virajın sonunda, ayrı bir doğa güzelliği karşımıza
çıkıyor. Barsmaq’ta durup, karşıda buluna Yalanqoz ve Dri köylerine baktık.
Sonra karşıya geçip,
Barsmaq’i izledik... 1970’lerin sonunda yaşanan yoğun askeri çatışmalardan
ötürü birçoğunun boşaltılmış ve viraneye döşüntürülmüş bu yerleşim yerleri,
adeta sahiplerinin dönmesini bekleyen bir hüzün içinde...
Güney Kürdistan’da
1991’deki Raperin (Yaşanan halk ayaklanması ile birlikte Saddam ordusunun Güney
Kürdistan’dan kovulması) ile birlikte koşullar tekrar eski yerleşim yerlerine
dönmeyi ve inşaa etmeye müsaitken, bu koşullar iyi değerlendirilmemişe benziyor...
Buralarda yaşamaktansa
büyük şehir cazibesine kapılmış insanlar... Süleymaniye’deki konut ve insan
yığılması bize insanların doğa ile olan bağlarından bir zayıflamanın
olduğunu gösteriyor. Oysa buralara dönmek, buralarda yaşımı inşaa etmek, şimdi
Güney Kürdistan’da “siyasi ve ekonomik krizin” diye adlandırılan çıkmazın yol
açmış olduğu, şehirlerdeki umutsuz ve mutsuz yığılmanın tersine, renkli ve
coşkulu hayıta davetiye çıkarmaktadır...
Çünkü buralardaki
güzelilkleri görüp, yaşamı burada inşa etmek, tabiattaki detayların gizemini
çözmek; o gizemi mutlulukla karşılamak insanın elindedir.
Süleymaniye-Halepçe-Hawraman
Süleymaniye’den
Halepçe’ye doğru yaptığımız bir çok yolculukta Abbas Kemandi, Nasır Rezezi ve
Osman Hawrami’nin şarkılarını dinledik... Bu, Van’dan Doğubeyazıt’a yapılan
doğa yolculuğunda Karapete Xaço’yu, Aram Tigran’ı ve Ozan Şemdin’i dinlemek
gibi birşeydir...
Yağmurlu bir
sabahın sonlarına doğru yaptığımız yolculukta, artık bulutlarda yavaş yavaş
mekan değiştiriyordu... Dağların üstünde ve zirvelerin altında süzülüp
gökyüzüne karışan bulutları bazılarını görünce şu tanımı yapamadan edemedim:
“bir bulut için özel olan an, dağın üstünde değil, zirvenin altında süzüldüğü
vakittir…”
Bu bulutların dağlarla
zaman zaman yaptığı gösterişi görebilmek ancak bahara mahsustur...
Süleymaniye’yi arkanıza
alıp Halepçe’ye varmadan kısa bir mesafe önce sol tarafa düşer Ahmed Awa köyü
ve Zalm şelalesi...
Burada Hawraman bölgesi
Xurmal yerleşim yeri ile başlar ve Irak-İran sınırındaki Tewela’ya kadar
uzanır...
Zalm şelalesine varmak
için önce Xurmal, sonra da Ahmed Awa’nın içinden geçer, dolambaçlı bir vadide
dağların yüksekliklerine doğru yol alırsınız...
Vadinin yamaçlarında nar,
ceviz, kayısı, armut, dut, erik ve incir ağaçları ayrı ayrı bir güzelliği
muştular...
Zalm suyu dağın kalbinde
fışkırarak şelaleye dönüşen bir doğa harikasıdır...
Fışkıran su bir şelale
gibi akar, sonra gider Zalm adını alan dereye dönüşür ve gider Derbendixan
gölünü dökülür...
Zalm şalalesinin sağ
tarafındaki yol dağın zirvesine doğru giderken, sağda ve solda gelincik
tarlaları bize eşlik ediyor... Burası Hawramanların yurdudur... Yüksek dağ
zirvelernin yamaçlarına kurulan bu köylerdeki yaşanmışlıklar, bize farklı bir
topluluğun burada mesken tuttuğunu gösteriyor... Taş-topraktan yapılan bu
köyler bunun temel göstergesidir.
Derin vadilere kurulan
Sargat, Hana Tutman, Byara, Balxa ve Tewela köylerinin hepsi ayrı ayrı
güzelliği ile farklı bir coğrafyayı keşfetmemizi sağlıyor...
Dağlık alanda kurulmuş bu
köylerin güneyine düşen Halepçe ise baharda, Güney Kürdistan’ın belki de en
güzel şehiridir...
Şehirin doğu tarafındaki
dağlık bölgedeki uzun vadide Kakai Kürtlere ait üç köy bulunuyor.
Bu köylerden en belirgin
olanı ise Hawar’dır.
Eski Hawar ile yeni Hawar
köyü Güney Kürdistan’ın Xanakin, Kerkük ve diğer kasabalarında bulunan Kakai
Kürtlerin daima geldikleri bir mekandır. Neredeyse 10 km’lik toprak yolun bir
çok noktasında aileler gelmiş, güzel doğada kurdukları sofra etrafında bağdaş
kurup, sohbet ediyorlar. Soran Kürtlerinden farklı olarak halay çekmeyi değil,
sohbet etmeyi yeğliyorlar. Bunun da, Kakailerin kültürü ile bağlantılı olduğunu
düşünüyorum.
Dönüş yolunda Halepçenin
güney ve güneybatısına düşen Derbendixan gölü etrafındaki tarla ve ekinler ayrı
bir güzelliğe bezenmiş...
Farklı kimlik ve inanç
gruplarının bir arada yaşadığı Halepçe etrafındaki ormanlık alan ve farklı
renklere bürünen çiçekler, insan-doğa ilişkisindeki güzelliği gösteriyor
bize...
Halepçe narları ile
ünlenmiş bir şehirdir. Şehirin hemen hemen her yerinde görünen nar bahçeleri
ile Halepçe bahara güzel bir ev sahipliği yapıyor adeta...
Halepçe’de yola çıkarken
güneş kızıllığa bürünerek, göz kamaştırıcı bir edayla ağır ağır batıyordu...
Yazın kavurucu sıcaklıklarla yeşilin sarıya dönüştüğü bu güzel yerleri giride
bırakıp, Süleymaniye’ye dönerken, ister şehirin kuzeyinde, ister doğusunda ve
isterse batısında olsun; çevresinde gördüğümüz ve yukarda da anlatmaya
çalıştığımız bu güzel tabiat dokusundan sonra, şehirin merkezine yaklaştıkça,
devasa beton yığınları, şehirin gürültüsü, ışıklandırma ve yoğun trafik, bize
Kızılderililerin “insan doğadan uzaklaştıkça kalbi katılaşır” sözünü teyit eden
bir katılığa dönüşüyor.
https://anfturkce.net/toplum-ekolojI/gueney-kuerdistan-da-bahar-yolculugu-90983