20. yy başları, dünya genelinde, orta ve yakın
doğu özelinde çok önemli gelişmelerin, altüst oluşların, acıların, yıkımların
yaşandığı yıllar oldu. Kazananı kaybedeniyle birlikte aslında total açıdan
bakıldığında sonuçları ağır acıdır. Etkileri en çok orta ve yakın doğuda
görülen 1. Dünya Savaşı 20. yy'ı acılarla başlatan en önemli olaydır.
Orta ve yakın doğunun böylesi bir kapsamlı
emperyal bölüşüme zemin olmasının elbette ekonomik nedenleri var. Öncelikle
petrol olmak üzere bölgenin genel olarak yeraltı ve yerüstü kaynak ve maden
zengini olması bu nedenlerin başında gelir.
1. Dünya Savaşı süresince dönemin büyükleri
Britanya, Fransa ve Rusya başta olmak üzere Avrupa kıtasından Almanya ve Italya
gibi devletlerin de dahil olduğu tam bir ganimet savaşı yapıldı. Dönemler
sonlandırıldı, yeni dönemler başlatıldı. Eski sömürgecilik daraltıldı, yeni
sömürgecilik geliştirildi. Eski harita
bertaraf edildi, yeni harita çizildi. Avrupa merkezli birinci paylaşım
savaşının galipleri "Itilaf" alyansı [Britanya ve Fransa],
"Ittifak" [Alman] safında yer almanın faturasını Osmanlı'ya ağır
kesti ve Osmanlı Imparatorluğu'nun geriye kalan [Orta ve yakın doğu] coğrafi
alanı üzerinde de tam bir cerrahi operasyon yapıldı. Osmanlı Imparatorluk alanı
içinde yeni devletler oluştu.
Bu savaş sürecinde Osmanlı Imparatorluğu'nu
yöneten ırkçı-turancı Ittihat Terakkiciler, Ermeniler başta olmak üzere
müslüman olmayan yerli halklar, Rumlar, Süryani-Kildaniler ve Êzidi Kürtlere
karşı topyekün bir yoketme harekatı başlattı. Özellikle Ermenilere karşı tam
bir tehcir ve jenosid [1915] uygulandı.
Bu etraflı paylaşım savaşının öncüleri ve
galipleri olan Ingiltere ve Fransa arasında da kıyasıya bir çekişme vardı. Arap
coğrafyası Osmanlı Imparatorluğu'ndan koparıldı, yeni devletler oluşturuldu. Bu
arada Yahudiler de mağdur edildi.
Kürdistan coğrafyası ise bu iki büyük devlet
arasında önemli çekişme alanı oldu. Tam bu iç çelişki ve çekişmelerin
tırmandığı ortamda Ingiltere ve Fransa Kürdistan ve çevresini paylaşmak için
gizli bir ortak plan geliştirdiler. Ingiltere adına Sir Sykes, Fransa adına
François Picot gizli bir saha çalışması yaparak sonradan kendi adlarıyla anılan paylaşım planını hazırladılar. Savaş ortakları Rusya'dan habersiz
girişilen bu faaliyete Rusya tarafından tepki gelince onlarda plana dahil edildi.
Bu planı Ingiltere adına Dışişleri Bakanı Edward Grey, Fransa adına da
Dışişleri Bakanı Paul Cambon, Rusya'nın da onayı ile antlaşma olarak
imzaladılar [16 Mayıs 1916]. Buna göre Rusya Kafkasya'dan başlayarak
Kürdistan'ın ortasına, Hakkari bölgesine kadar inerek Kürdistanı işgal etti.
Güney ve batıdan da Ingiltere ve Fransa zaten alandaydılar. Doğu Akdeniz
kıyısından Lübnan-Suriye ve Kürdistanın batı yakasına hakim olan Fransa ve
Basra kıyılarından başlayarak Kürdistan'ın güney yakası dahil geniş bir cografyaya
hakim olan Ingiltere bu gizli antlaşma ile bölgeyi paylaşmayı bir plana
bağladılar.
Kürdistan'ın merkezinde olduğu Ortadoğu ve
Yakındoğu'nun 20. yy genel politik durumu değerlendirildiğinde ilk akla gelen
politik olayların başında bu Sykes-Picot antlaşması gelir.
Genel algının aksine, Kürdistan'ın sınırları
Sykes-Picot antlaşmasıyla çizilmedi. Sykes-Picot planı Kürdistan başta olmak
üzere bölgeyi paylaşma antlaşması olarak şekillendi. Ne ki, sınır belirleme ile
ilgili Sevr ve ardından Lozan antlaşmasına varan sürecin temeli Sykes-Picot
planıyla atıldı. Sykes-Picot projesiyle Osmanlı Imparatorluğu sınırları içinde
sömürgeleştirilmiş olan Kürdistan Ingiltere, Fransa ve Rusya arasında
bölüştürülüyordu. Iran alanı bu planın dışındaydı. Iran [Safevi] ve Osmanlı
arasında ikiye bölünmüş olan Kürdistan 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla yeniden
ve Osmanlı lehine bir sınır değişikliği yapılarak Kürdistan'ın büyük parçası
Osmanlı egemenliğinde kalmaya devam etti. Sykes-Picot antlaşması esasen
Ingiltere ve Fransa arasında olacak bir paylaşımı öngörüyordu. Rusya kendini
plana dayatınca üçüncü partner olarak Osmanlı sömürgesi Kürdistan'ın yakındoğu
yakasını işgal etti. Sykes-Picot antlaşması, Kürdistan bakımından, bu iç
çelişki ve ciddi nüfuz çekişmeleri üzerine bina edildiği için kalıcı olmadı ama
Sevr'in sonra da Lozan'ın şekillenmesine neden oldu.
Sykes-Picot planlamasında Kürtlere yer yoktu
Sykes-Picot planı Kürdistan'a görece bir statü
öngörmüyor, üç devlet arasında statüsüz bir biçimde paylaştırılmayı esas alıyordu.
Sykes-Picot antlaşması hazırlanırken Kürtler üzerine hesap yapılmadı. Bunun ana
nedeni Kürtlerin örgütsüz ve öncüsüz olmasıydı. Zaten bu döneme gelinmeden çok
önce, daha Osmanlı yıkılma aşamasına gelmeden [19. yy sonları] Kürt beylik ve
mirliklerinin statüsü bizzat Osmanlı yönetimince bertaraf edilmiş, Kürtler
amiyane tabirle başsız ve dağınık bırakılmışlardı. Dolayısiyle Osmanlı
coğrafyasını paylaşmayı planlayan Ingiltere ve Fransa da güçten düşürülen
Kürtlere yönelik bir statü gündemleştirmedi. Sykes-Picot sürecinin ana
aktörleri arasındaki iç çelişki ve nüfuz alanları çatışması bu antlaşmanın daha
baştan uygulanamazlığına neden oldu. Ve zaten 1917 Bolşevik Devrimi'nden sonra
Lenin yönetimi Sykes-Picot gizli antlaşmasını deşifre ederek geçersiz saydı ve Rus
ordusunu savaş alanlarından geri çekti. Yeni Sovyet yönetimince taca düşürülen
Sykes-Picot antlaşması başka faktörlerinde etkisiyle tasarlandığı haliyle
hayata geçemedi. Ancak bölgeyi paylaşmayı, bir şekilde domine etmeyi hedefleyen
Ingiltere ve Fransa Sevr'i getirdi. Sevr antlaşması [1920], Kürtlere son derece
daraltımış bir alanda ve çok geri bir otonom yapı planlamışta olsa, kalıcı
olmadı. Sevr aşamasında da Kürtler örgütsüz ve öncüsüzdü. Bu toplam süreçte en
karlı çıkan Araplar oldu. Lozan'a [1923] dek olan zaman içinde Ingiltere ve
Fransa'nın dominasyonunda özellikle Irak ve Suriye devletleri oluşturularak
Kürtlerin yurdu yani Kürdistan Osmanlı coğrafyasında yeni Türkiye [TC] ile
birlikte üçe bölünmüş oluyordu.
Sykes-Picot antlaşması Kürdistan bakımından,
Lozanla sonuçlanan sınırsal paylaşımın fikri ve siyasi muhtevasını oluşturdu.
Yani Sykes-Picot antlaşması Osmanlı sömürgesi olan Kürdistan'ın statüsüz bir
biçimde paylaşım zihniyetinin paradigması oldu. Sevr ve Lozan'ı bu zihniyet
yarattı. Lozan sürecinin anası olan Sykes-Picot antlaşması bu özelliğinden
dolayı Kürtler arasında Kürdistan'ın paylaşım eyleminin uğursuz sembolü oldu.
Sykes-Picot zihniyetinin yarattığı Lozan
antlaşmasıyla birlikte Irak, Suriye ve Türkiye arasında statüsüz olarak paylaştırılan
Kürdistan, Iran'ın işgali altındaki Kürdistan'ın doğu yakasıyla beraber
uluslararası sömürge haline geldi. 20. yy sonlarına kadar Kürtler halk olarak
haksız ve hukuksuz bir biçimde en ağır baskı dönemi yaşadılar bu dört ülkede,
ki bu baskı dönemi Türkiye ve Iran'da halen de sürüyor. Lozan sonrası dönemde
Kürtler dört parçada da isyan ettiler, başkaldırdılar, hak isteminde bulundular
lakin bastırıldılar hem de hunharca, zalimce, jenosid boyutunda katliamlarla
yokedilmeye çalışıldılar. Ikinci dünya savaşı koşullarında, o dönemin bölgesel
konjonktüründe Kürdistan'ın doğu bölgesinde Mahabad merkezli kısa ömürlü bir
devlet oluştu ancak yine oluşmasına yardımcı olanların çıkarlarının kurbanı
olarak bir yılda sonlandırıldı. 1960'lı yılların başından itibaren bu kez
Kürdistan'ın güney yakasında silahlı başkaldırı gelişti. Kürdistan milli
uyanışında önemli etkisi olan bu başkaldırı Iran ve Irak yönetimlerinin 1975
Cezayir antlaşmasıyla yine destekçilerinin çıkarlarına kurban edilerek tasfiye
edildi. 1975'e kadar, ne 1. Dünya Savaşı, ne 2. Dünya Savaşı, ne de soğuk savaş
döneminde Kürtler, Kürdistan düşünülmedi. Kapitalist-Emperyalist dünya da,
Sovyet-Sosyalist bloku da çıkarlarını temel aldılar, Kürdistan'ı
sömürgeleştiren devletlerle çıkar ilişkilerini tehlikeye atmadılar ve önem
verdikleri, işlerine geldiğinde iftihar ettikleri kendi sistemsel "değer
ve normlarını" ayaklar altına aldılar ve Kürt halkına haklı mücadelesinde
sonuç alıcı destek vermediler. 1975 hezimeti Kürdistan ulusal kurtuluş
mücadelesinde yeni ve modern savaşım perspektiflerinin gelişmesine yol açtı.
Sykes-Picot zihniyetinin iflası ve Kürt rövanşı
Klasik Sykes-Picot zihniyeti Kürtleri 20. yy
sonlarına dek bay-pas etti. Ne ki, 1975 sonrası Kürdistan'da boy veren yeni ve
ileri anlayış ve düşünceler, Kürtlerin örgütlenme hızını arttırdı. 1980'li
yıllar Kürtlerin örgütlü ve öncülüklü mücadeleyi geliştirdikleri dönem oldu.
1990 başları, Sovyet sisteminin çöküşü, soğuk savaş döneminin sona ermesiyle
birlikte Kürtlere yeni ufuklar doğdu. Kürtlerin kendi özgüçlerine dayalı
mücadele etme anlayışı güçlendi. Uluslararası ve bölgesel dengelerin
değişmesiyle Kürtlerin sağlam güce dönüşen mücadele potansiyeli bu yeni
konjonktürde daha da ivme kazandı. Bölgede yeni bir paylaşımı öngören 100 yıl
önceki devletler, yani Sykes-Picot aktörleri bu kez yükselen Kürt dinamiği
üzerine hesap yapmaya başladılar. 100 yıl sonra, Sykes-Picot antlaşmasının 100.
yılında ortaya çıkan tablo Kürtler bakımından demokratik bir rövanştır. 100 yıl
önce sahada varolan güçler 100 yıl sonra yine sahnedeler. 100 yıl önce
Ingiltere, Fransa ve Rusya vardı. 100 yıl sonra bu kez Ingiliz aklıyla Amerika
önde ve yine Fransa ve yine Rusya ve yeni olarak Avrupa Birliği var. 100 yıl
önce Kürtler örgütlü güç olarak yoktular. 100 yıl sonra Kürtler ileri ve sağlam
örgütlü güç olarak varlar.
100 yıl önce Kürtleri bay-pas edenler, 100 yıl
sonra Kürtler üzerinden ve Kürtler hesap edilerek yeni bir bölge yapılanmasına
gidiyorlar. Bu kez örgütlü ve öncülüklü Kürtler hesapta varlar ve hakları yüksek
sesle dile getirilerek ittifak edilmesi gereken temel güç olarak ifade
ediliyor. 1990 sonrası Irak'a yapılan ilk operasyonla Kürdistan'ın güney
bölgesi statüye sahip olabilcek bir yapılanma sürecine sokuldu. 2003'te Irak
Baas yönetimi tasfiye edildi ve Irak Federal bir hale getirilerek Kürtler bu
yeni federal Irak’ta statü sahibi olarak ileri düzeyde otonom bir yapıya
kavuşturuldu. Bu süreçte iç dinamiğin varolması ve belli bir mücadele
geliştirmiş olmasına karşın esas belirleyici olan dış dinamik oldu. Bu objektiv
gerçek Kürtlerin kazanımının sadece dış dinamiğe bağlı olduğu anlamına gelmez.
2010'lu yılların başlamasıyla birlikte bu kez Kürdistan'ın batı bölgesini
sömürgeleştiren Suriye'ye yönelik müdahale başlatıldı [2011]. Bu yeni hamlede
Kürdistan'ın batı yakası son derece hızlı bir siyasi-askeri örgütlenme
yaratarak alan hakimiyeti sağladı. Ve bugün Rojava adıyla dünyada yankı
uyandıran ve sempati yaratan Kürdistan'ın batı yakası dinamik bir ulusal güçle
ve şimdilik kaydıyla kantonal formatlı fiili statü yaratmış ve ilk aşamada
olabilecek demokratik yeni federal Suriye içinde hukuki bir yapıya kavuşmayı
öngörüyor.
Işte nereden nereye dedirtecek bir asrın hikayesi
budur. Bu sonucu yaratan diyalektik sürecin yeni ve dinamik örgütlü gücü
Kürtlerin bu yeni durumu klasik Sykes-Picot zihniyetinin de bir bakıma
iflasıdır.
Ne var ki, 100 yıl sonra bir kabahat, yine o
kabahati yapanlar tarafından telafi edilmeye çalışılırken tekrardan ince
hesaplar yapılıyor. Bölge yeniden yapılandırılırken 100 yıl önceki Sykes-Picot
zihniyetinin şekillendirdiği Lozan statükosu aşılmıyor. Lozan'ın yarattığı
statüko bugünde devam ediyor. Aynı güçler Lozan statükosu içinde ama yeni bir
çözümü Kürtlere sunuyorlar. Elbette bu 100 yıl gecikmeli de olsa olumlu bir
gelişmedir, ancak eğer Kürtler diri bir güç haline gelmeselerdi bu yeni
planlamada da yerleri olmayacaktı. 100 yıl önceki Sykes-Picot sürecinin
şartları Kürtler bakımından elverişsiz ve negatifti ve sonucu da hak gaspına
yol açtı. 100 yıl sonraki yani bugünün şartları, konjonktürü pozitiftir ve
Kürtler varolan dinamik güçleriyle bunu lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. 100
yıl öceki güçler, 100 yıl sonra Lozan statükosunu yaratan Sykes-Picot
paradigmasını temelden restore ediyorlar. Restorasyon Kürt ve Kürdistan sorunu
için nihai çözüm değildir elbette. Bu derinlikli olması gereken restorasyon
sürecini kuşkusuz Kürtler konjonktürel bir aşama ve çözüm olarak
değerlendiriyor ve bu kazanımı korumaya, sağlamlaştırmaya, kalıcılaştırmaya
dönük politikalar geliştiriyor ve bu doğrultuda çetin bir savaşım veriyorlar.
Ne var ki, Lozan statükosunun eski haliyle devamını isteyen Türkiye ayak
diriyor, Kürt hareketini bastırmak için askeri gücünü en barbar haliyle
kullanıyor. Keza Lozan sürecinin dışında olmakla beraber, Kürdistan'ın doğu
bölgesini 1639 Kasr-ı Şirin antlaşması öncesi ve sonrasından beri elinde tutan
Iran, bu yeni Lozan restorasyon sürecini kendi egemenlik alanı için de tehlike
görüyor ve Türkiye ile paralel bu eski Lozan statükosunu koruma politikası
güdüyor.
100 yıl gecikmeli hak
Meşru olmayan "resmiyette" henüz
olmasada, hem zihni planda hem de pratikte Sykes-Picot, Sevr ve Lozan süreci
Kürtler tarafından işlevsizleştirilmiştir. Kürtler bugün en diri bölgesel güç
haline gelmişlerdir. Kürtler bölgesel planda hem eski statükonun yapısal
restorasyonunun radikal bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlıyorlar, hem de
bölgesel gericiliğin önlenmesi ve geriletilmesi için öncü ve sonuç alıcı bir
mücadele veriyorlar. Kürtlerin bölgesel düzeyde yaratmaya çalıştıkları yeni
demokratik düzende kendileriyle birlikte ezilen etnik ve dinsel guruplarda hak
sahibi oluyor ve yeni demokratik yönetimde yer alıyorlar. Kürdistan'ın kuzey ve
doğu bölgelerinde, Kürtlerin Türkiye ve Iran devletlerine karşı verdikleri
özgürlük mücadelesi bu mevcut elverişli şartlarda daha da güçleniyor. Özellikle
TC devletinin asimetrik ve yoketmeci saldırlarına karşı gösterilen direniş ve
verilen modern ulusal kurtuluş mücadelesi Kürdistan sorununun çözüm sürecini
hızlandırıyor.
Kürtler 100 yıl gecikmeli de olsa güney ve batı
bölgelerinde, yurtlarında hak ve statü sahibi oluyor. Bu kazanımlar
Kürdistan'ın kuzey ve doğu yakalarındaki mücadeleyi de olumlu yönde etkiliyor.
Bu ilk evredir. Otonom, Federal veya Konfederal gibi konjonktürel modeller ile
kazanımlarını geliştirmeye çalışan Kürtler şüphesiz ulusların kaderlerini tayin
yani self-determinasyon hakkına da sahipler. Bu hakkı ve bu hakkın nasıl ve ne
zaman kullanımıyla ilgili kararı, koşullar olgunlaştığında kendi iradeleriyle
verecektir. Yükselen Kürt dinamiğinde bu öz mevcuttur.
Ulusal birlik zaafiyeti
100 yıl önceki Sykes-Picot sürecinin bugünkü
mirasçılarının yine aynı alanda yaratmaya çalıştıkları bölgesel değişimin
oluşturduğu ve Kürtler bakımından son derece olumlu olan iklim giderek
yükseliyor. Kürtler bu yeni oluşan şartlara entegre bir pozisyon içinde olmakla
beraber kendi içlerinde ciddi birlik zaafiyeti yaşıyorlar. Kürdistan'ın
sömürgeleştirildiği ortadoğuda Kürtlerin lehine hareketlenen dış dinamik sonuç
aldırıcı hatta belirleyici katkı veriyor. Iç dinamik olarak Kürtler ve
Kürdistanlı kaderdaşlar bu dış dinamiği kendi ulusal çıkarları bakımından ne
derece değerlendirebilecekleri bu iç birliğe bağlıdır. Kürtler kendi çıkarları
bakımından somut ve pozitif sonuç doğuran bu dış dinamiği layıkiyle
değerlendirememe riskiyle karşıkarşıyadırlar. Çünkü eski Lozan statükosunu
devam ettirmek isteyen, başta Türkiye olmak üzere bölgesel sömürgeci sistemler
Kürtlerin önünü kesmek için 100 yıl önceki savaş metodlarını aşan bir
barbarlıkla karşı duruyorlar. Dış dinamiğin Kürtlerin lehine sonuçlar
yaratmasını engellemeye ve değişim sürecini geriye çekmeye çalışıyorlar. Bu
yeni sürecin yaratacağı uluslararası mutabakat zemininin sahadaki güçlerin
lehine veya aleyhine sonuçlar doğurması mevcut tüm güçlerin pozisyonuna
bağlıdır. Yılların sömürgeci devletleri olarak Türkiye ve Iran daha şimdiden
Kürdistan'ın güney ve batı bölgelerindeki statülerin yıkılmasına güçlerinin
yetmeyeceğini biliyor ve ona göre entrikacı politikalar geliştirerek statülerin
çerçevesinin alabileceği yeni formları önlemeye, daraltmaya ve ayrıca kendi iç
bünyelerine sirayet ettirmemeye çabalıyorlar. Politikada güç belirleyicidir. Bu
aktif ve dinamik güç caydırıcı veya sonuç alıcıdır. Kürtler kendi iç
birliklerini hızla yaratmaz ve ulusal dayanışma içinde hareket etmezse
bölgedeki değişimi yaratmaya çalışan dış dinamik üzerinde istedikleri gibi
etkili olamazlar. Bölgede dış dinamiği oluşturan uluslararası güçler mevcut
verili şartlarda eski sömürgeci devlet statükocuları ile Kürt dinamiği arasında
bir denge politikası yürütüyorlar. Bu hassas dengenin Kürt lehine ileri bir
sonuç doğurması Kürtlerin ciddi bir atak yaparak birlik içinde sürece
yüklenmeleriyle mümkün olabilir. Işte bu noktada ciddi zaaf yaşanıyor. "Rojava"
[Batı Kürdistan Kantonları] olarak ünlenen Kürdistan'ın batı yakası ile Irak
resmiyetinde "Kürdistan Bölgesi" [Federal Kürdistan] olarak ifade
edilen Kürdistan'ın güney yakasının politik öncüleri ve Kürdistan'ın diğer tüm
ulusal dinamikleri mutlak bir ulusal dayanışma ve hareket birliği yaratmalı ve
bölgesel dengeyi ileri düzeyde lehlerine çeviren bir pozisyon almalıdırlar.
Birlik içinde olan Kürtler istedikleri statü
şeklini kendileri belirler, dağınık olan Kürtlerin statü formunu dış dinamikler
belirler. Denklem budur. Tarihten ders alınmalıdır. Hangisi doğrudur, olması
gerekendir artık Kürtler acilen karar vermelidir. Yeni dönem Sykes-Picot veya
Neo Sykes-Picot [yani esasta ABD ve Fransa ve tabii Ingiltere ve Avrupa Birliği
destekli ya da ABD'nin şimdilerde pek kullanmadığı Büyük Ortadoğu Projesi]
sürecinin yarattığı pozitif iklimden ancak birlik içinde tam anlamıyla
yararlanılabilir ve Kürt kazanımı arzu edilen şekliyle ortaya çıkarılabilir.
ROJAN HAZIM
7 Haziran 2016
***
Kısa bilgi notu:
(Grafik ve not için kaynak: Internet dünyası)
Sykes ve Picot'un hazırladığı plan altı maddelik
bir antlaşma olarak 16 Mayıs 1916'da, sonradan dahil olan Rusya'nın da onayı
ile Britanya ve Fransa Dışişleri bakanlarınca imzalandı. Buna göre:
1.
Rusya'ya, Trabzon, Erzurum,
Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı,
2.
Fransa'ya, Doğu Akdeniz
bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,
3.
Britanya'ya Hayfa ve Akka
limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya,
4.
Fransa ile Britanya'nın elde
ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz
denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,
5.
İskenderun serbest liman
olacak,
6.
Filistin'de, kutsal yerleşim
yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.
Sir Mark Sykes: Ingilizler adına bölgede saha
çalışması yapan Sykes yazar, diplomat ve askeri gözlemciydi. Sykes
bölgede çalışırken Kürtler üzerine, özellikle faaliyet gösterdiği alanda
aşiretler üzerine sosyolojik sayılabilecek bir araştırmada hazırlayıp yayınladı.
François Marie Denis
Georges-Picot:
Fransa adına bölge sorunuyla ilgilenen Picot hukukçu ve diplomattı.
Sykes ve Picot